UKRAYNA’DAKİ GELİŞMELERİN KISA VADELİ SONUÇLARI

Ukrayna’nın AB ile müzakereleri askıya alması (2013) ve ardından da muhaliflerin baskısıyla dönemin Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in Rusya’ya kaçması, geri dönüşü olmayan gelişmelere yol açtı. Moskova, Kırım yarımadasını Rusya Federasyonu’na dâhil etti ve çok kısa süre içerisinde Kırım’ı, Rusya’nın özerk cumhuriyetlerinden biri hâline getirdi. Kırım’da Rus para birimi kullanılmaya başlandı, Ukraince yazıların yerini Rusça aldı, devlet ve eğitim müesseselerinde Rusça lehine hızlı bir dönüşüm gerçekleştirildi, Kırım spor takımları Rus liglerinde oynamaya başladılar vs. Değişim ve dönüşümün çok hızlı bir şekilde gerçekleştirilmesi, Rusya’nın bu yönde uzun yıllardan beri çalıştığı havasını yaratmaktadır. Kırım’ın Rusya’ya dâhil edilmesi, Ukrayna’nın yegâne sorunu değildir. Ukrayna’nın doğusundaki bölgeler de ayrılıkçı faaliyetlerde bulundular ve yüzlerce insan hayatını kaybetti. Günümüzde taraflar arasında ateşkes sağlansa da Ukrayna’nın doğusu, şüphesiz uzun vadede de merkez için sorun teşkil etmeye devam edecektir. Sorun nasıl çözülürse çözülsün, bu konu iki kardeş ülke ve iki kardeş halkın birbirlerine yaklaşımı konusunu da olumsuz etkiledi. Dolayısıyla Ukrayna’da iktidarda hangi parti olursa olsun (Rusya yanlısı ya da değil) münasebetlerin eski seviyesine çıkartılması kolay olmayacaktır. Moskova açısından da şüphesiz bunun olumsuz neticeleri olacaktır. Kremlin’in üzerinde özenle titrediği ve bazı uzmanların “Moskova’nın SSCB’yi canlandırma projesi” olarak adlandırılan Avrasya Birliği projesinin başarılı olması, Ukrayna olmadan mümkün görülmemektedir. Moskova’nın son aylardaki “Ukrayna politikası”nın olumsuz neticelerinden biri de diğer cumhuriyetlerin de Moskova’ya karşı daha temkinli yaklaşmasına yol açmış olmasıdır. BDT cumhuriyetlerinin çoğu Rusya’nın Kırım’ı Rusya’ya ilhakından rahatsız oldular. Beyaz Rusya’nın son günlerde Batı ile münasebetlerini yumuşatma gayreti içerisinde olması da bu hususla açıklanabilir. Ukrayna’daki gelişmeler, Rusya’nın Batı ile münasebetleri açısından da bir dönüm noktası teşkil etmektedir. SSCB’nin yıkılmasından sonra Rusya’nın ABD ve AB ile münasebetleri ilk kez bu kadar gerginleşti. Daha önceki yıllarda da yeni bir Soğuk Savaş’ın başlandığından söz ediliyordu. Ancak uluslararası terör ile mücadele ve diğer önemli konularda taraflar hep işbirliklerini devam ettirdi, münasebetler kopma noktasına gelmedi. Şimdi ise taraflar diplomatik münasebetleri minimum seviyeye indirdiler, karşılıklı olarak ambargo uygulamalarına gittiler vs. Batı’da Rusya’nın G-8’den çıkartılması, her alanda ambargo uygulanması, Rusya’nın uluslararası kültür ve spor etkinliklerinden çıkartılması gibi konular dahi gündeme getirilmektedir.” Karşılıklı uygulanan ambargodan da şüphesiz her iki taraf da zararlı çıkacaktır. Birçok Batılı şirket, Rusya’ya uygulanan ambargonun kendilerine büyük zarar verdiği görüşündedir. Her ne kadar Kremlin, Batı’dan ithal ettiği ürünleri özellikle Batı’nın kara listesindeki ülkelerden temin etmeye çalışsa da bunun yeterli olmayacağı ve Rusya’da fiyatların artışına yol açacağı benzemektedir. Rusya’ya uygulanan ambargonun Rusya açısından belki de tek iyi tarafı, bundan sonra yerli üretime daha fazla önem verilecek olmasıdır. Çünkü bugüne kadar tarım ve hayvancılığa son derece elverişli topraklara sahip olmasına rağmen Rusya, tavuk eti, yumurta, süt ürünleri vs’yi dahi yurt dışından ithal ediyordu. Tekstil ve diğer alanlar için de aynı şey geçerlidir. Ambargonun başlatılmasıyla ise Kremlin, yerli üretime önem vermeye başladı. Tarafların karşılıklı uyguladıkları ambargo ile ilgili en merak edilen konuların başında ise AB ülkelerinin Rusya’dan ithal ettikleri gaz gelmektedir. Rusya’ya ambargo uygulayan ve doğalgaz konusunda yüzde 50 oranında Rusya’ya bağlı olan AB ülkeleri, enerji konusunda da aynı “hassasiyeti” gösterebilecekler mi? Kış aylarının yakınlaşmasıyla bu soru daha fazla gündeme gelmektedir. Bizim tanıdığımız Batı’nın kendi çıkarları söz konusu iken Ukrayna’yı düşünemeyecek kadar pragmatik olduğunu biliyoruz. AB’nin Rusya’ya enerji alanındaki bağımlılığını azaltma konusu daima gündemde olsa da AB’nin bu konuda bugüne kadar başarılı olduğu pek söylenemez. Orta Doğu’daki istikrarsızlık, İran’a uygulanan ambargo, Orta Asya ülkelerinin bir türlü karar verememeleri, AB’nin yeni projelerin hayata geçmesi için yeterince kaynak ayırmaması, Rusya devre dışı bırakılarak Orta Doğu ve Orta Asya enerji kaynaklarının Avrupa’ya ulaştırılmasını engellemekte ve dolayısıyla da AB’nin Rusya’ya bağımlılığın devam etmesine neden olmaktadır. Diğer taraftan Rusya daha Ukrayna ile enerji alanında sorun yaşadığı 2004’te transit konusunda Ukrayna’ya olan bağımlılığını azaltmak için yeni projeler üzerinde çalışmaya başladı ve projelerin bir kısmı (Kuzey Akım) hayata geçtiği gibi bir kısmı (Güney Akım) ile ilgili de önemli mesafeler kat edildi. Dolayısıyla Moskova, Ukrayna’ya olan “transit” bağımlılığını azalttı ki, bu husus Ukrayna ile sorun yaşadığı bu günlerde Rusya’nın elini hem Kiev’e hem de AB’ye karşı güçlendirecektir. Netice itibarıyla Ukrayna’daki olaylar, Ukrayna’da yüzlerce insanın ölümüne ve Avrupa’nın en büyük devletlerinden birinin zayıflamasına yol açtı. Rus yetkililer, SSCB’nin yıkılışından itibaren Baltık cumhuriyetleri hariç eski Sovyet coğrafyasına “arka bahçe” olarak bakmakta ve buraya dışarıdan herhangi bir müdahaleye izin vermeyeceklerini dile getirmektedirler. Gürcistan ve Ukrayna’da yaşananlar, Rusya’nın bu konuda ciddi olduğunu göstermektedir. Bu süreçte Kremlin kardeş halkı kaybetmeyi ve Batı ile münasebetlerin tamamen kesilmesini dahi göze almış bulunmaktadır.