RUSYA'NIN ARKA BAHÇESİNE NE OLDU?
Ağustos 1991'de Sovyetler Birliği'nde Mikhail Gorbaçov'u iktidardan uzaklaştırmayı öngören darbe girişimi yaşandı. Özellikle "glasnost ve perestroyka" (şeffaflık ve yeniden yapılandırma) siyaseti olmak üzere Gorbaçov'un reformlarından memnun olmayan Komünist Parti'nin önde gelen üyeleri, "SSCB'yi kurtarmak" adına harekete geçtiler. Bu olay, SSCB'nin yıkılış sürecinin görünürdeki ilk adımı oldu ve birkaç ay sonra dünya haritasına 15 yeni devlet eklenmiş oldu. Özellikle Yugoslavya'nın parçalanmasıyla kıyaslandığında dünyanın en büyük devletinin parçalanma sürecinin nispeten sorunsuz gerçekleştiği söylenebilir. Bununla birlikte 1991 yılındaki gelişmelere ve genel olarak SSCB'nin parçalanma sürecine günümüz gözlüğüyle bakıldığında bunun başlıca sebebinin, sorunların tam olarak çözülmeden üstünün örtüldüğü, sorunların çözümlerinin ertelendiği olduğu anlaşılıyor. Son yıllarda Gürcistan, Karabağ, Ukrayna'da yaşananlar da bunun net bir göstergesi. Diğer bir deyişle günümüzde eski Sovyet coğrafyasında yaşanan savaşlar, çatışmalar ve sorunların temeli çok eskiye dayanıyor. 1991'deki ayrılış sürecinde de bunlar çözülmediğinden günümüzde su yüzüne çıkıyor.
1991 yılında bağımsızlığını kazanan ülkelerden biri de Rusya Federasyonu oldu. Moskova, aynı zamanda SSCB'nin de baş mirasçısıydı. Dolayısıyla diğer cumhuriyetlerle kıyasla Moskova'nın işi daha zordu. Bununla birlikte Kremlin, özellikle ilk Devlet Başkanı Boris Yeltsin döneminde, bağımsızlığını kazanan cumhuriyetlerin kendisinden uzaklaşmasını büyük bir sorun olarak görmedi. Batı ile yakınlaşılması, yeni cumhuriyetleri yanında tutmak için yeterince maddi kaynağa sahip olunmaması, ayrıca Rusya içinde başta Çeçenistan olmak üzere bazı bölgelerde bağımsızlık seslerinin çıkmaya başlaması, Rusya Federasyonu'nun eski Sovyet cumhuriyetleriyle ilgilenememesine neden oldu. Yine de Kremlin'de bu cumhuriyetlerin Moskova'dan çok uzaklaşamayacakları fikri de hâkimdi.
Rus Dış Politikasının Kırmızı Çizgisi
Vladimir Putin'in iktidara gelmesi ve özellikle enerji kaynaklarından elde edilen gelirler neticesinde Rusya'nın kendisini toparlamasıyla birlikte Kremlin yeniden eski Sovyet coğrafyasına önem vermeye başladı. Moskova bu cumhuriyetleri kendi yanında tutmak için büyük çaba sarf etmeye başladı. Bağımsız Devletler Topluluğu ve Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü ardından Şangay İşbirliği Örgütü gibi örgütlerin kurulması, cumhuriyetlerdeki rejimlere verilen destek, ekonomik yatırımlar, enerji alanında geliştirilen iş birliği gibi faktörler, bu cumhuriyetlere karşı birtakım kozları da elinde bulunduran Moskova'nın Orta Asya'dan Kafkaslara kadar yeniden güçlenmesini sağladı. Ayrıca Kremlin diğer bölgesel ve küresel güçlerin ilgisine de kıskançlıkla yaklaşmaya başladı. İşte bu dönemde Rusya'nın "arka bahçesi" terimi ortaya çıktı. Burası aynı zamanda Rusya'nın dış politikasındaki "kırmızı çizgisini" oluşturdu. 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Moskova yalnızca eski Sovyet cumhuriyetleriyle değil, SSCB'nin bir aralar etkili olduğu Orta Doğu, Afrika, Güney Amerika'da da etkisini arttırdı.
Avrupa Birliği Etkisi
Şüphesiz 1991 yılından itibaren Rusya'nın eski Sovyet cumhuriyetleriyle ilişkileri çok farklı gelişti. Sovyetler Birliği'ne en son katılan Baltık ülkeleri (Letonya, Estonya, Litvanya) daha 2004 yılında AB ve NATO üyesi olarak "arka bahçe"ye hiçbir zaman dahil olmadılar. Hatta tam tersine bağımsızlıklarından itibaren Moskova'nın eski yoldaşları olan Doğu Avrupa ülkeleriyle birlikte hem Avrupa'da Rusya karşıtı siyasetin bayraktarlığını üstlendiler hem de Avrupa Birliği'nde Rusya'ya karşı izlenmesi gereken siyaset konusunda çatlakların oluşmasına neden oldular. İşin ilginç tarafı üyelik sürecinde azınlık sorununa büyük önem veren AB; Baltık ülkelerinin bünyelerindeki Rus azınlığına vatandaşlığın verilmemesini bir sorun olarak görmedi. AB için Baltık ülkelerinin daha küçük ve daha az Rus nüfusa sahip olmaları işine yaramıştır. Yeri gelmişken AB'nin Ukrayna siyaseti için de aynı yaklaşımın olduğu belirtilmelidir.
Dört Özel Cumhuriyet ve Rusya
Baltık ülkelerinden sonra Rusya ile bağları ilk koparan Gürcistan oldu. Gürcistan'daki Rus askerî üslerinin varlığı ve Abhazya ile Güney Osetya sorunları baştan beri Moskova-Tiflis hattında sorunların yaşanmasına neden oldu. 2008 Rus-Gürcü Savaşı ve ardından Abhazya ile Güney Osetya'nın bağımsızlığını ilan etmeleri ise iki ülke arasındaki ilişkilerin tamamen kopmasına neden oldu. 2000'li yılların başında Batı'nın da desteğiyle bazı eski Sovyet cumhuriyetleri, Moskova karşıtı küçük birliktelikler de kurdular. Bunun en önemli örneği ise Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan ve Moldova'nın üye olduğu GUAM oldu.
Söz konusu dört cumhuriyeti birleştiren bir başka konu da toprak bütünlüğü meselesi idi. Ukrayna'da Kırım'ın statüsü baştan beri tartışılırken daha sonra Donetsk ve Lugansk meseleleri ön plana çıktı. Azerbaycan bağımsızlığından itibaren Ermenistan'ın işgali altında olan topraklarını kurtarmaya yönelik bir siyaset izledi. Moldova'da ise günümüzde de güncel olan Dinyester Yanı bölgesi ile Gagavuz Yeri Özerk Bölgesi sorunları mevcuttur. Moskova'nın tüm bu konuları adı geçen cumhuriyetlerle münasebetlerinde kullandığı malumdur.
Batı'da Moskova'ya nispeten az uğraştıran cumhuriyet, Belarus oldu. 1991'den itibaren Rusya ile Belarus, Birlik Devlet kurma gayesi gütseler de zaman zaman en üst seviyeye ulaşan yakınlığa rağmen bu proje de kâğıt üzerinde kalmaya devam ediyor. Ermenistan ise Azerbaycan'ın işgal altındaki topraklarını elinde tutabilmek için geçtiğimiz 30 yıl boyunca Rusya'ya yaslanmak zorunda kalmıştı. Bu da Ermenistan'ı bölgedeki tüm projelerin dışında bıraktığı gibi her alanda Rusya'ya bağlı hâle gelmesine ve ekonomik olarak geri kalmasına da neden oldu.
Putin ile Birlikte Değişenler
Vladimir Putin'in iktidara gelmesiyle birlikte Moskova'nın yeniden güçlendiği en bariz bölge şüphesiz Orta Asya oldu. İkili çok yönlü iş birliğinin yanı sıra Tacikistan ve Kırgızistan'ın ekonomik olarak Rusya'ya bağlı olması, rejimlerinin Batı tarafından desteklenen renkli devrimlerle tehdit edilmesine karşılık Moskova'nın tam tersine mevcut rejimleri desteklemesi, Kazakistan'daki Rus nüfusu, enerji boru hatlarının çoğunun hâlâ Rusya bağlantılı olması, Orta Asya cumhuriyetlerinin Rusya'ya öncelik tanımalarına neden oldu.
Diğer bir deyişle Kafkasya'da Ermenistan, Orta Asya'da Tacikistan ile Kırgızistan, Batı'da Belarus, Rusya'nın en yakın müttefikleri iken, Gürcistan, Azerbaycan ve Moldova'nın dışındaki diğer cumhuriyetlerin de dış politikasında öncelik uzun yıllar boyunca her zaman Rusya'nın olmuştur. Ancak Rusya-Ukrayna Savaşı ve bu savaşın Rusya-Batı savaşına evrilmesi; Azerbaycan'ın işgal altındaki topraklarını kurtarması, Türk cumhuriyetleri arasındaki iş birliğinin artması gibi gelişmeler, bu cumhuriyetlerin Moskova ile ilişkilerine önemli değişikliklere yol açtı.
Azerbaycan'ın Ermenistan'ın işgali altındaki toprakları kurtarması, Kafkasya'da dengelerin değişimine yol açtı. Ermenistan, Rusya'yı arkasında durmamakla suçlayarak hızlı bir şekilde Batı ile yakınlaşmaya gitti. İşin ilginç tarafı, Karabağ sorunu büyük ölçüde çözülerek Rusya'nın Azerbaycan'a karşı da "kozu" kalmamasına rağmen Rusya-Azerbaycan ilişkileri son dönemde gittikçe ivme kazanıyor. Azerbaycan'ın başta Fransa olmak üzere Avrupa ülkeleriyle sorunlar yaşaması ve Batı'nın Ermenistan'ı kendi etki alanına almaya çalışmasının da şüphesiz bu yakınlaşmada etkisi vardır.
Aynı şeyi Rusya-Gürcistan ilişkileri için de söylemek mümkündür. Her ne kadar Gürcistan, Abhazya ile Güney Osetya'dan vazgeçmiş olmasa da Tiflis, Batı'nın Ukrayna'ya verdiği desteği kendisine vermediğinin farkında olduğu gibi AB ve NATO üyelik süreçleri de Tiflis'in istediği hızda gitmiyor. Gürcistan'ın önünde "Türkiye'nin AB üyelik süreci" gibi olumsuz bir örneğin olması da Tiflis'e pek ümit vermiyor. Onun için son yıllarda Rusya ile Gürcistan arasındaki ilişkilerde küçük de olsa kıpırdamalar mevcuttur.
Rusya-Ukrayna Savaşı'nın Getirdikleri
Rusya-Ukrayna Savaşı, şüphesiz Rusya'nın komşularında daha büyük değişikliklere yol açtı. Moskova'nın kendi güvenlik kaygısıyla başlattığı "özel harekât", doğal olarak Rusya'nın Ukrayna ile tüm bağlarını kopardı. İki ülkenin aynı tarihin birer parçası olması ve iki halkın da Slav ve Ortodoks olmasının da bir yararı olmadığı gibi taraflar tüm bu alanlarda da çetin bir mücadele içerisindeler. Savaşın ve sınırların nihai durumuna ve er ya da geç imzalanacak ateşkese bakılmaksızın Rusya-Ukrayna ilişkilerinin onarılması mümkün görülmeyen bir darbe aldığı aşikâr.
Belarus ile ilişkiler ise tam tersine Ukrayna'da yaşananlar dolayısıyla tarihinin zirve dönemini yaşıyor. Batı'nın Ukrayna'ya verdiği destek ve Belarus'u Rusya ile bir bütün olarak değerlendirmesi (kaldı ki Belarus, çatışmalarda yer alıyor), Devlet Başkanı Lukaşenko rejimi tarafından tabii ki bir tehdit olarak algılandı. Bu da Belarus'un Rusya ile daha da yakınlaşmasına neden oldu.
Rusya ile Moldova arasındaki ilişkilerde ise gözle görülür bir değişim yok. Moldova AB ile entegrasyon sürecini devam ettiriyor. Ancak Moskova dahi bu sürecin yakında Moldova açısından aynen Gürcistan için olduğu gibi olumlu sonuçlanamayacağının farkında. Moldova'nın işini zorlaştıran bir başka konu da Dinyester Yanı bölgesinin yanı sıra bir de Gagavuz Yeri Özerk Bölgesi'nin de daha fazla gündeme gelmeye başlaması. Bunun nedenlerden biri ise yeni Gagauz Yeri Özerk Bölgesi liderinin Kremlin ile yakın temaslarda bulunmasıdır.
Orta Asya'daki Rus Etkisi
Peki, Orta Asya'da değişen bir şey var mı?
Genel olarak ikili ilişkilerde şüphesiz büyük değişiklikler söz konusu değil. Rusya, bu cumhuriyetlerin en önemli siyasi ve ticarî ortakları arasında kalmaya devam ediyor. Ancak Ukrayna Savaşı, Kremlin'in dikkatlerini hem Orta Asya'dan hem de örneğin Orta Doğu'dan uzaklaştırmasına neden oluyor. Yine Rusya'nın Ukrayna müdahalesi ve bazı radikal Rus uzmanlarının zaman zaman başta Kazakistan'ın toprak bütünlüğü ile ilgili yaptıkları açıklamalar, diğer cumhuriyetleri de tedirgin ediyor. Bu bağlamda hem Çin hem de Türkiye birer alternatif olarak görülüyor. Çin'in ekonomik gücü, Türkiye ile ise ortak tarih ve kültür faktörü, bu iki ülkeyi ön plana çıkartıyor.
Azerbaycan'ın işgal altındaki toprakları kurtarma sürecindeki Ankara-Bakü dayanışması da Türkiye'nin Türk illerindeki ağırlığını arttırdı. Bunun neticelerinden biri de Türk cumhuriyetlerinin siyasetten ekonomiye, enerjiden bilime, kültürden spora çeşitli iş birliklerine gitmeleri. Tacikistan, Farsça konuşan ülke olarak bölgedeki bu entegrasyon süreçlerinin ile ekonomik projelerin dışarıda kalıyor. Bu husus Afganistan ile sınırı olan Tacikistan'ın zaten zor siyasi ve ekonomik durumunu daha da zorlaştırıyor. Dolayısıyla bölgede Rusya'nın en yakın ortağı olarak Tacikistan kalıyor.
Son yıllarda Avrasya coğrafyasındaki en önemli gelişmelerden biri de şüphesiz Orta Asya cumhuriyetlerinin kendi aralarında da yakın iş birliğine gitmesi. Özellikle Türk cumhuriyetleri, bir taraftan sınır sorunu gibi aralarındaki ihtilaflı meseleleri ortadan kaldırırken diğer taraftan da aralarında çok yönlü iş birliği geliştirmeye ve uluslararası tehditlere karşı birlikte hareket etmeye çalışıyor. Bu husus, şüphesiz onları komşu ülkelerle ilişkilerde de daha güçlü kılıyor.
Rusya'nın tüm bu bölgelerdeki varlığını olumsuz etkileyecek konulardan biri de Rusya'nın önderliğinde kurulan örgütlerin işlevselliğini gittikçe kaybetmesi. Bağımsız Devletler Topluluğu, Kolektif Güvenlik Örgütü Anlaşması, hatta genişlemeye devam eden Şangay İşbirliği Örgütü bile uluslararası, hatta bölgesel sorunlara çözüm üretmekten uzaklar. Gerçi Birleşmiş Milletler gibi daha büyük çaptaki örgütler için de aynı şeyi söylemek mümkündür.
Günümüzdeki Rus Yaklaşımı
Günümüzde Rusya, Batı ile yürüttüğü Soğuk/Sıcak savaşta ve Batı tarafından kendisine uygulanan yaptırımlar karşısında Batı'nın dışındaki önemli güçlerle münasebetlere ağırlık vermeye, onların desteğini almaya ya da tarafsız kalmalarını sağlamaya çalışıyor. Son günlerde BRICS'in gündemde olması ve hızla genişlemeye yüz tutmasının sebeplerinden biri de budur.
Günümüzde Kremlin'in eski Sovyet coğrafyasına yaklaşımı ise Yeltsin dönemindeki yaklaşıma - "Bu cumhuriyetler zaten Moskova'dan fazla uzaklaşamazlar yaklaşımına" - benziyor. Yeltsin döneminde Orta Asya ve Kafkasya cumhuriyetleri Batı ile yakınlaşmaya gitmişlerdi, günümüzdeyse yukarıda da belirtildiği gibi kendi aralarında iş birliği geliştiriyorlar.
Dolayısıyla savaş sonrasında da şüphesiz tüm cumhuriyetler, Rusya ile münasebetlerini ve iş birliklerini devam ettirseler de artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı açık. 2000'li yılların başında sıkça dile getirilen "arka bahçe" deyiminin artık kullanılmaması da bunun bir göstergesidir.
Bu yazı, 2 Eylül 2024 tarihinde www.fikirturu.com'da yayımlanmıştır.