PUTİN'İN DOĞU ZİYARETLERİ: YENİ BİR ETKİ ARAYIŞI MI?

15-17 Mart 2024 tarihinde Rusya Federasyonu'nda gerçekleştirilen başkanlık seçimlerini beşinci kez kazanan Vladimir Putin 7 Mayıs günü yapılan yemin töreninden hemen sonra yurtiçi ve yurtdışı seyahatlerine başladı. İlk iki seyahatini Rusya'nın en yakın müttefiki Çin ile Belarus'a gerçekleştiren Rus lider, ardından Özbekistan, Kuzey Kore, Vietnam, Kazakistan, Azerbaycan ve Moğolistan'ı ziyaret etti. Bu ziyaretler bir taraftan Kremlin'in eski Sovyet coğrafyasına verdiği önemin ve önceliğin devam ettiğini ve Ukrayna Savaşı'nın Moskova'nın bu siyasetine olumsuz etkilerini gidermeye çalıştığını, diğer taraftan ise Moskova'nın yalnızca eski Sovyet coğrafyasına değil, Sovyetlerin bir zamanlar etkili olduğu coğrafyalarda da varlığını devam ettirmek istediğini göstermektedir. İlk iki ziyaretin Çin ile Belarus'a gerçekleştirilmesi, son yıllardaki Rus dış politikası ve Batı ile ilişkiler göz önünde bulundurulduğunda son derece anlamlıdır. Çin ile Belarus, münasebetlerdeki birtakım problemlere rağmen, Moskova'nın en yakın iş birliğinde bulunduğu ülkelerdir. Ukrayna'da yaşananlar ise Rusya ile bu iki ülkeyi daha da yakınlaştırdı. Özellikle Ukrayna konusunda Rusya ile Belarus birlikte hareket ederken Moskova, Çin'in de bu süreçte tarafsızlığını sağladığı gibi başta enerji alanı olmak üzere iki ülke ekonomi alanında da iş birliğini arttırdılar. Çin ile artan ticaret hacmi, Batı tarafından uygulanan yaptırımların atlatılması açısından da şüphesiz büyük önem arz etmektedir. Örneğin 2023 yılında Rusya ile Çin arasındaki ticaret hacmi bir önceki yıla kıyasla yüzde 26 artarak 240 milyar Dolara ulaştı. Vladimir Putin'in eski Sovyet cumhuriyetlerine gerçekleştirdiği ziyaretlerin zamanlaması da anlamlıdır. Kazakistan ile Özbekistan, Orta Asya'nın ve genel olarak Türk dünyasının liderleri konumundadırlar. Kırgızistan ile Tacikistan, özellikle ekonomik sebeplerden ötürü Rusya'ya daha bağlıyken Kazakistan ile Özbekistan, son yıllarda aktif dış politika izlemektedirler. Dolayısıyla Kremlin'in bu cumhuriyetlere daha fazla önem vermesi doğaldır. Kaldı ki, Putin'in Astana ziyaretinin asıl amacı, ŞİÖ zirvesine katılmaktı. ŞİÖ de özellikle bir taraftan BDT'nin işlevselliğini kaybetmesi, diğer taraftan ŞİÖ'ye farklı ülkelerin ilgisinin artması dolayısıyla BRICS ile birlikte Moskova'nın büyük önem verdiği bir örgüttür. Vladimir Putin'in Azerbaycan ziyareti ise Kafkasya'daki dengelerin değişimi çerçevesinde önem arz etmektedir. Kremlin'in bölgedeki 30 yıllık dayanağı Ermenistan, Azerbaycan'ın Karabağ'ı işgalden kurtarmasından sonra Rusya'yı bu süreçte kendisine yeterince destek vermemekle suçlayarak gittikçe Rusya'dan uzaklaşmakta ve Batı ile askerî alanda dahi iş birliği projeleri üzerinde çalışmaktadır. Ermenistan'ın bu adımı, Batı ile son 30 yılın en gergin dönemini yaşayan Moskova'yı şüphesiz rahatsız etmekte ve yeni bir strateji geliştirmesini gerektirmektedir. Azerbaycan ile Karabağ'ın Kurtuluş Savaşı döneminden itibaren başlayan yakınlaşmayı da Vladimir Putin'in Azerbaycan ziyaretini de bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir. Rusya'nın Gürcistan ile ilişkileri de göz önünde bulundurulduğunda Azerbaycan'ın Rusya'nın Kafkasya siyaseti açısından önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Rus liderin Kuzey Kore, Vietnam ve Moğolistan ziyaretleri de Batı tarafından uluslararası arenadan izole edilmeye çalışılan Rusya açısından önemlidir. Moskova bir taraftan bu izolasyondan kurtulmaya ve Batı tarafından uygulanan ambargonun etkilerini azaltmaya çalışırken diğer taraftan da bu ziyaretleri günümüzde Batı ile yaşadığı yeni bir Soğuk Savaş'ta müttefik arayışı olarak da okumak mümkündür. Vladimir Putin, iktidara gelmesinden itibaren inşa edilmeye çalışılan tek kutuplu dünya düzenine karşı çıkmakta ve gerek ikili ilişkiler gerekse de ŞİÖ, BRICS gibi oluşumlarla özellikle ABD'nin hegemonyasına karşı koymaya çalışmaktadır. Bir zamanlar ŞİÖ, NATO'ya alternatif olarak değerlendirilirken günümüzde uluslararası kamuoyunun dikkatleri BRICS'e çevrilmiş bulunmaktadır. Bugün 11 üyesi olan BRICS'e Türkiye de dâhil olmak üzere 17 ülke üyelik başvurusunda bulundu, 22 ülke de başvurmayı planlamaktadır. Bu husus da bir taraftan Rusya'nın Batı'nın kendisini izole etme planını suya düşürdüğünü, ayrıca her ne kadar BRICS'in hedefleri arasında doğrudan Batı'ya düşmanlık yer almasa da 50'ye yakın ülkenin mevcut dünya düzeninden memnun olmadığını göstermektedir. Yine dünyada Rusya'ya olan yaklaşımın son bir yıl içerisinde olumlu yönde değiştiği de belirtilmelidir. Bunda Rusya'nın Filistin meselesi için 2 devletli bir çözümü savunmasının, Rus yetkililerin İsrail'i bu katliamdan dolayı kınaması ve Filistin yetkililerini Kremlin'de ağırlamasının, Rus klasiklerini yasaklayan ve Rus sporcularını uluslararası yarışmalardan men eden Batı'nın İsrail örneğinde görüldüğü gibi çifte standart politikası uygulamasının da etkisi büyüktür. Gerek Rus liderin ziyaretlerine gerekse de genel olarak Rus dış politikasına bakıldığında Moskova'nın tarih boyunca sıkça yaptığı gibi yeniden Doğu'ya yöneldiği görülmektedir. Her ne kadar Vladimir Putin dahil zaman zaman Rus liderler Rusya'nın Batı'nın bir parçası olduğunu ileri sürseler de Batı, Rusya'yı kendisinden bir parça olarak pek görmemektedir. Batı'nın gözünde Ruslar, hep "öteki", "Doğu'nun bir parçası" olmuştur. I. Petro'nun reformları dahi Batı'nın bu algısını değiştirmesine yeterli olmamıştır. Günümüzde de Rusya ile Batı arasında yalnızca siyasi alanda değil, aile ve dinî değerlere yaklaşım gibi konularda da büyük uçurum vardır. Avrupa başkentlerinde Kur'an-ı Kerim yakma olaylarına resmî rakamlar izin verirken Vladimir Putin Çeçenistan ziyareti sırasında Kuran'ı öperek ve bel üstünde tutarak kutsal kitaplara nasıl davranılması gerektiğini tüm dünyaya sergilemiştir. Moskova'nın dış politikasının şekillenmesinde de tüm bu faktörler önemli rol oynamaktadır ki, Rus liderin ziyaretleri de bu siyasetin bir göstergesidir. Bu yazı, 9 Eylül 2024 tarihinde Anadolu Ajansı'nda yayımlanmıştır.