PUTİN’İN ARDINDAN

Son günlerde Ak Saray, çok önemli misafirleri ağırlamaktadır. Papa Francesco’nun Türkiye’den ayrıldığı gün, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin, Türkiye’yi ziyaret etti. Rus lider, Ankara’da hem V. Türk-Rus Üst Düzey İşbirliği Konseyi Toplantısı’na katıldı hem de Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile yaklaşık üç saat süren görüşme gerçekleştirdi. Varılan mutabakat ve imzalanan anlaşmaların bir kısmı, son dönemde yapılan görüşmelerin klasiği hâline gelen ticaret hacminin 100 milyar Dolara çıkartılması gibi konulardan ibaret iken, bir kısmı da Türk-Rus münasebetlerini belki de bambaşka bir seviye çıkartacak konulardır. Türk-Rus Münasebetlerinin Klasiği: Hedef 100 Milyar Son yıllarda en üst düzeyde ya da bakanlar düzeyinde yapılan görüşmeler sonrası iki ülkenin yetkilileri devamlı ticaret hacminin 100 milyar Dolar’a çıkartılacağı ya da çıkartılması gerektiğini vurgulamaktadırlar. Bu hedef, en azından son beş yıldır dile getirilirken, ticaret hacminde bir artma olmamakta ve yılına göre 35-45 milyar Dolar seviyesinde kalmaktadır. Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamasına göre, ticaret hacmindeki bu seviyeye 2023 yılına kadar ulaşılması beklenmektedir. Bununla birlikte iki ülke yetkilileri, bunu nasıl başaracakları konusunda bir açıklamada bulunmadılar. Ancak taraflar arasında enerji alanında işbirliğini arttırma yönündeki kararlılık ve Türkiye’nin Batı’nın Rusya’ya uyguladığı ambargoya katılmaması, hatta tam tersine Rusya’nın Batı’dan almadığı bazı ürünleri, Türkiye’den almaya başlaması, şüphesiz ikili ticaret hacmini arttıracağı benzemektedir. “Dengesiz Ticaret” Türkiye ile Rusya arasındaki ticaret hacmi artmaya devam etse de buna paralel olarak ticaret hacmindeki dengesizlik de artmaktadır. Nitekim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da belirttiği gibi Türkiye’nin Rusya’ya ihracatı, Rusya’dan ithalatından üç kat daha düşük kalmaktadır. Diğer bir deyişle ticaret hacmi olan 32 milyar Dolar’dan 25 milyar Dolar’ı Rusya’nın ve ancak 7 milyar Dolar’ı Türkiye’nin payına düşmektedir. Bu sorun Türk yetkililerce eskiden beri gündeme getirilmesine rağmen, bir türlü çözüm bulunamadı. Bunun sebebi de şüphesiz, Türkiye’nin her geçen sene Rusya’dan daha fazla gaz almasıdır. Dolayısıyla Rusya’ya satılan domates, salatalık ve diğer sebze-meyvelerle fıstık fındığa tavuk eti ve yumurtasının (ambargo yüzünden Rusya, bunları Türkiye’den almaya başladı) eklenmesi de bu açığı kapatamayacaktır. Eskiden Rus yetkililer, bu açığın bavul ticareti ve Rus turistler sayesinde kapandığını ileri sürüyorlardı. Ancak Rusya ile bavul ticareti de artık yok denilecek seviyede gelişmektedir. Rus turistlerinin tek başlarına bu açığı kağıt üzerinde dahi kapatmaları mümkün değildir. Olga’lar Helga’ları Geçti Turizm alanı, Türk-Rus münasebetlerinin hızla geliştiği önemli alanlardan biridir. Nitekim yılda üç milyondan fazla Rus turisti Türkiye’yi ziyaret etmekte ve öyle görünüyor ki 2014’te Türkiye’ye en fazla turist gönderen ülke, Rusya oldu. Dolayısıyla Ruslar bu alandaki liderliği, uzun yıllar boyunca bunu kimseye kaptırmayan Almanlardan almış bulunuyorlar. Bu birinciliği de Rusların en azından önümüzdeki dönemde ellerinde tutacakları görülmektedir. Bunun sebebi, Batı tarafından Rusya’ya uygulanan ambargo ve Rusya’nın buna cevabıdır. Nitekim ambargo uygulamasının başlatılmasından hemen sonra Rusya’da özellikle Avrupa ülkeleri ile çalışan birkaç önemli tur şirketi iflas etti (!). Ayrıca yapılan anketler de Rus vatandaşlarının Avrupa ülkelerine olan yaklaşımlarının olumsuz yönde değiştiğini ortaya koymaktadır. Bu hususun Rus turistlerini hem daha ucuz, hem de hizmeti daha iyi olan Türkiye’ye yönlendirdiğini söylemek mümkündür. Kırım’ın Rusya’ya ilhakının ve Moskova’nın burayı turizm merkezine dönüştürme çabasının da Rusların Türkiye’ye gelişlerini etkilemeyeceği benzemektedir. Çünkü Kırım’da aynı fiyata aynı hizmetin verilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla Rusların tatil yeri olarak Türkiye’yi tercih etmeye devam edeceklerini söyleyebiliriz. 2016 yılının iki ülke arasında “turizm yılı” ilan edilmesi de bu alandaki münasebetlere ivme kazandıracaktır. “Enerji”k İşbirliği Ziyaretin en önemli sonucu ise enerji alanında alınan kararlardır. Türkiye, Almanya’dan sonra Rus gazının ikinci en büyük müşterisidir. Putin-Erdoğan görüşmesinde Türkiye’nin Rusya’dan aldığı gaza ek olarak yıllık 3 milyar metre küp gaz talebinin olumlu karşılandığı, ayrıca Ocak ayından itibaren Rus gazına yüzde 6 oranında indirim yapılacağı dile getirildi. Ancak en önemli gelişme şüphesiz Rusya’nın, Güney Akım’dan vazgeçtiği yönündeki açıklamaydı. Bununla birlikte Moskova, Ukrayna’ya transit konusunda olan bağlılığı azaltmak için yine de yeni bir boru hattı inşa etmek istemektedir. Rusya ile Türkiye arasında varılan ön anlaşmaya göre de Güney Akım’dan çok daha ucuza mal olacak bu boru hattı, Rus gazını Türkiye’ye ulaştırılacak, Türkiye - Yunanistan sınırında da gaz terminali kurulacaktır. Buradan da bu gaz Avrupa ülkelerine ihraç edilecektir. Boru hattının kapasitesi 63 milyar metre küp olarak belirlenmiş, bu 63’ten 14 milyar metre küpünü Türkiye kendisi kullanmak istemektedir. Moskova’nın Nabucco’ya alternatif olarak ortaya attığı Güney Akım’dan vazgeçmesinin nedeni ise AB ülkelerinin süreci yavaş yürütmeleri ve Bulgaristan’ın boru hattının inşaatı için hâlâ izin vermemesidir. Ukrayna’daki olaylar, Güney Akım sürecini daha da yavaşlatmıştı. Bunun üzerine Rusya, gerek enerji gerekse de diğer alanlarda dikkatlerini Doğu’ya çevirdi. Nitekim Moskova, Çin’e gaz ihracatı başlatmakta, hatta Çin’i öncelikli ortak olarak görmektedir. Kremlin’in Avrupa’ya inşa edecek boru hattından tamamen vazgeçmeyip boru hattının güzergâhını değiştirmesini ve Türkiye’ye önemli rol atfetmesini de bu bağlamda değerlendirmek gerekmektedir. Dolayısıyla Rusya devre dışı bırakılarak Orta Asya ve Orta Doğu gazını Avrupa’ya ulaştırmayı öngören Nabucco’dan, gaz bulunamaması yüzünden vazgeçilirken, Güney Akım dosyası da “muhatap bulunamaması” yüzünden kapatılmış oldu. Rusya ile Türkiye’nin yeni güzergâh konusunda ön anlaşmaya varmaları ise Türk-Rus münasebetleri açısından önemli bir gelişmedir. Tarafların birbirine olan güvenine işaret eden bu adım, şüphesiz iki ülkenin çıkarınadır. Yukarıda belirtildiği gibi bu proje ile Rusya, Güney Akım ile kıyasla maliyeti daha ucuz olan bir proje hayata geçirecek ve transit konusunda Ukrayna’yı devre dışı bırakarak Avrupa’daki müşterilerini de kaybetmemiş olacaktır. Yeterli miktarda kendi kaynaklarına (gaz ve petrol) sahip olmayan Türkiye ise böylece transit konusunda Rusya’yı kendisine bağlı hâle getirecek, bu alandaki işbirliğine atıfta bulunarak fiyat indirimleri isteyebilecek, Rus gazının transitinden gelir edebilecektir. Nitekim Vladimir Putin, Güney Akım’a yeşil ışık yakmayan Bulgaristan’ın uğradığı zarara çok ilginç bir şekilde atıfta bulundu: “Bulgaristan, bağımsız bir devlet olarak hareket edemiyorsa bari transitten elde edeceği yıllık 400 milyon Avro’yu AB’den tazminat olarak alsın…” Enerji alanındaki bir başka gelişme de Mersin’de inşa edilecek Akkuyu Nükleer Santrali için önem taşıyan ÇED Raporu’nun Putin’in ziyaretinden birkaç gün önce yayımlanmış olmasıdır. Böylece santralin inşaatı önündeki engel de ortadan kaldırılmış oldu. 2017’de santralin inşaatına başlanması, 2020 yılında faaliyete geçmesi planlanmaktadır. Görüldüğü gibi ziyaretin ve genel olarak Türk-Rus münasebetlerinin en önemli gündemini enerji konusu teşkil etmektedir. Putin’in ziyareti sırasında alınan karar ve varılan mutabakatlar da Ankara ile Moskova’nın bu alanda işbirliği geliştirme konusunda kararlı olduklarını göstermektedir. Suriye ile Kırım Sorunları, İkinci Planda mı Kaldı? Putin - Erdoğan görüşmesinde gündeme gelen konulardan biri de Suriye ile Ukrayna’daki gelişmelerdir. Aslında bu konularda Türkiye ile Rusya farklı düşüncelere sahip olup farklı politikalar izlemektedirler. Bu farklılıklar o kadar belirgin ki Rusya, Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunmakta, dışarıdan bir müdahalenin yapılamayacağını ileri sürmekte, Esad’ın halk tarafından seçildiğini dile getirmektedir. Aynı Rusya, Kırım’ı kendi sınırları içerisine dâhil etmekten de çekinmemektedir. Türkiye ise tam tersine: Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü savunmakta, buraya herhangi bir müdahaleye karşı çıkmaktadır. Bu arada aynı Türkiye, Esad’ın gitmesi konusundaki ısrarını da devam ettirmektedir. Durum böyleyken, bu konuların Rus-Türk münasebetlerine zarar vermemesi, işbirliklerini arttırmalarına engel olmaması - şaşırtcı gelebilir. Ancak bunun da bir açıklaması vardır. Taraflar gerek Putin’in ziyareti sırasında gerekse de genel olarak iki ülkeyi karşı karşıya getirecek konuları değil de işbirliği alanlarını ön plâna çıkarmaya çalışmaktadırlar. Bunun için de birbirlerinin Suriye ve Ukrayna politikaları ile ilgili sert açıklamalarda bulunmaktan kaçınmaktadırlar. Nitekim Suriye sorunu ile ilgili Ankara’nın görüşü Rusya’dan ziyade ABD ile daha yakındır. Ancak Türk yetkililerinin açıklamalarının hedefinde Moskova değil de Washington vardır. Kırım konusunda da Türk yetkililer pek ses çıkarmadılar. Aynı şeyi Rus yetkililerin Türkiye’nin Suriye siyaseti ile ilgili tutumları için de söylemek mümkündür. Dolayısıyla bu görüşme sonrasında da iki ülke yetkilileri bölgede istikrarı savunduklarını, sorunların çözülmesi gerektiğini belirtmekle yetindiler, bunun nasıl yapılacağını, çözüm önerilerinin ne olduğunu belirtmediler. Bununla birlikte Başbakan Erdoğan’ın Kırım konusu üzerinde durduğunu ve Rus meslektaşından Kırım Tatarlarının haklarının ihlal edilmemesi konusunu gündeme getirdiği de görülmektedir. Vladimir Putin Erdoğan ile yaptığı önceki görüşmesinde de Kırım Tatarlarına bugüne kadar verilmeyen hakların verileceğini, 1944’te Orta Asya’ya sürgün edilen Kırım Tatarlarından yarımadaya dönmek isteyenlere yardım edileceğini belirtmişti. Buna benzer açıklamalar bu ziyaret sırasında da yapıldı. Vladimir Putin’in bu sözlerini yerine getirmesi birçok açıdan önem arz etmektedir. Haklarının iadesi ve dönüşlerinin sağlanması, Kırım Tatarlarına yapılan haksızlığın kısmen de olsa giderilmesini, Kremlin’e olan güvensizliğin ve tepkinin azalmasını sağlayabilir. Bu hususun şüphesiz Türk-Rus münasebetlerine de olumlu katkısı olacaktır. Son günlerde Ak Saray, çok önemli misafirleri ağırlamaktadır. Papa Francesco’nun Türkiye’den ayrıldığı gün, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin, Türkiye’yi ziyaret etti. Rus lider, Ankara’da hem V. Türk-Rus Üst Düzey İşbirliği Konseyi Toplantısı’na katıldı hem de Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile yaklaşık üç saat süren görüşme gerçekleştirdi. Varılan mutabakat ve imzalanan anlaşmaların bir kısmı, son dönemde yapılan görüşmelerin klasiği hâline gelen ticaret hacminin 100 milyar Dolara çıkartılması gibi konulardan ibaret iken, bir kısmı da Türk-Rus münasebetlerini belki de bambaşka bir seviye çıkartacak konulardır. Türk-Rus Münasebetlerinin Klasiği: Hedef 100 Milyar Son yıllarda en üst düzeyde ya da bakanlar düzeyinde yapılan görüşmeler sonrası iki ülkenin yetkilileri devamlı ticaret hacminin 100 milyar Dolar’a çıkartılacağı ya da çıkartılması gerektiğini vurgulamaktadırlar. Bu hedef, en azından son beş yıldır dile getirilirken, ticaret hacminde bir artma olmamakta ve yılına göre 35-45 milyar Dolar seviyesinde kalmaktadır. Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamasına göre, ticaret hacmindeki bu seviyeye 2023 yılına kadar ulaşılması beklenmektedir. Bununla birlikte iki ülke yetkilileri, bunu nasıl başaracakları konusunda bir açıklamada bulunmadılar. Ancak taraflar arasında enerji alanında işbirliğini arttırma yönündeki kararlılık ve Türkiye’nin Batı’nın Rusya’ya uyguladığı ambargoya katılmaması, hatta tam tersine Rusya’nın Batı’dan almadığı bazı ürünleri, Türkiye’den almaya başlaması, şüphesiz ikili ticaret hacmini arttıracağı benzemektedir. “Dengesiz Ticaret” Türkiye ile Rusya arasındaki ticaret hacmi artmaya devam etse de buna paralel olarak ticaret hacmindeki dengesizlik de artmaktadır. Nitekim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da belirttiği gibi Türkiye’nin Rusya’ya ihracatı, Rusya’dan ithalatından üç kat daha düşük kalmaktadır. Diğer bir deyişle ticaret hacmi olan 32 milyar Dolar’dan 25 milyar Dolar’ı Rusya’nın ve ancak 7 milyar Dolar’ı Türkiye’nin payına düşmektedir. Bu sorun Türk yetkililerce eskiden beri gündeme getirilmesine rağmen, bir türlü çözüm bulunamadı. Bunun sebebi de şüphesiz, Türkiye’nin her geçen sene Rusya’dan daha fazla gaz almasıdır. Dolayısıyla Rusya’ya satılan domates, salatalık ve diğer sebze-meyvelerle fıstık fındığa tavuk eti ve yumurtasının (ambargo yüzünden Rusya, bunları Türkiye’den almaya başladı) eklenmesi de bu açığı kapatamayacaktır. Eskiden Rus yetkililer, bu açığın bavul ticareti ve Rus turistler sayesinde kapandığını ileri sürüyorlardı. Ancak Rusya ile bavul ticareti de artık yok denilecek seviyede gelişmektedir. Rus turistlerinin tek başlarına bu açığı kağıt üzerinde dahi kapatmaları mümkün değildir. Olga’lar Helga’ları Geçti Turizm alanı, Türk-Rus münasebetlerinin hızla geliştiği önemli alanlardan biridir. Nitekim yılda üç milyondan fazla Rus turisti Türkiye’yi ziyaret etmekte ve öyle görünüyor ki 2014’te Türkiye’ye en fazla turist gönderen ülke, Rusya oldu. Dolayısıyla Ruslar bu alandaki liderliği, uzun yıllar boyunca bunu kimseye kaptırmayan Almanlardan almış bulunuyorlar. Bu birinciliği de Rusların en azından önümüzdeki dönemde ellerinde tutacakları görülmektedir. Bunun sebebi, Batı tarafından Rusya’ya uygulanan ambargo ve Rusya’nın buna cevabıdır. Nitekim ambargo uygulamasının başlatılmasından hemen sonra Rusya’da özellikle Avrupa ülkeleri ile çalışan birkaç önemli tur şirketi iflas etti (!). Ayrıca yapılan anketler de Rus vatandaşlarının Avrupa ülkelerine olan yaklaşımlarının olumsuz yönde değiştiğini ortaya koymaktadır. Bu hususun Rus turistlerini hem daha ucuz, hem de hizmeti daha iyi olan Türkiye’ye yönlendirdiğini söylemek mümkündür. Kırım’ın Rusya’ya ilhakının ve Moskova’nın burayı turizm merkezine dönüştürme çabasının da Rusların Türkiye’ye gelişlerini etkilemeyeceği benzemektedir. Çünkü Kırım’da aynı fiyata aynı hizmetin verilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla Rusların tatil yeri olarak Türkiye’yi tercih etmeye devam edeceklerini söyleyebiliriz. 2016 yılının iki ülke arasında “turizm yılı” ilan edilmesi de bu alandaki münasebetlere ivme kazandıracaktır. “Enerji”k İşbirliği Ziyaretin en önemli sonucu ise enerji alanında alınan kararlardır. Türkiye, Almanya’dan sonra Rus gazının ikinci en büyük müşterisidir. Putin-Erdoğan görüşmesinde Türkiye’nin Rusya’dan aldığı gaza ek olarak yıllık 3 milyar metre küp gaz talebinin olumlu karşılandığı, ayrıca Ocak ayından itibaren Rus gazına yüzde 6 oranında indirim yapılacağı dile getirildi. Ancak en önemli gelişme şüphesiz Rusya’nın, Güney Akım’dan vazgeçtiği yönündeki açıklamaydı. Bununla birlikte Moskova, Ukrayna’ya transit konusunda olan bağlılığı azaltmak için yine de yeni bir boru hattı inşa etmek istemektedir. Rusya ile Türkiye arasında varılan ön anlaşmaya göre de Güney Akım’dan çok daha ucuza mal olacak bu boru hattı, Rus gazını Türkiye’ye ulaştırılacak, Türkiye - Yunanistan sınırında da gaz terminali kurulacaktır. Buradan da bu gaz Avrupa ülkelerine ihraç edilecektir. Boru hattının kapasitesi 63 milyar metre küp olarak belirlenmiş, bu 63’ten 14 milyar metre küpünü Türkiye kendisi kullanmak istemektedir. Moskova’nın Nabucco’ya alternatif olarak ortaya attığı Güney Akım’dan vazgeçmesinin nedeni ise AB ülkelerinin süreci yavaş yürütmeleri ve Bulgaristan’ın boru hattının inşaatı için hâlâ izin vermemesidir. Ukrayna’daki olaylar, Güney Akım sürecini daha da yavaşlatmıştı. Bunun üzerine Rusya, gerek enerji gerekse de diğer alanlarda dikkatlerini Doğu’ya çevirdi. Nitekim Moskova, Çin’e gaz ihracatı başlatmakta, hatta Çin’i öncelikli ortak olarak görmektedir. Kremlin’in Avrupa’ya inşa edecek boru hattından tamamen vazgeçmeyip boru hattının güzergâhını değiştirmesini ve Türkiye’ye önemli rol atfetmesini de bu bağlamda değerlendirmek gerekmektedir. Dolayısıyla Rusya devre dışı bırakılarak Orta Asya ve Orta Doğu gazını Avrupa’ya ulaştırmayı öngören Nabucco’dan, gaz bulunamaması yüzünden vazgeçilirken, Güney Akım dosyası da “muhatap bulunamaması” yüzünden kapatılmış oldu. Rusya ile Türkiye’nin yeni güzergâh konusunda ön anlaşmaya varmaları ise Türk-Rus münasebetleri açısından önemli bir gelişmedir. Tarafların birbirine olan güvenine işaret eden bu adım, şüphesiz iki ülkenin çıkarınadır. Yukarıda belirtildiği gibi bu proje ile Rusya, Güney Akım ile kıyasla maliyeti daha ucuz olan bir proje hayata geçirecek ve transit konusunda Ukrayna’yı devre dışı bırakarak Avrupa’daki müşterilerini de kaybetmemiş olacaktır. Yeterli miktarda kendi kaynaklarına (gaz ve petrol) sahip olmayan Türkiye ise böylece transit konusunda Rusya’yı kendisine bağlı hâle getirecek, bu alandaki işbirliğine atıfta bulunarak fiyat indirimleri isteyebilecek, Rus gazının transitinden gelir edebilecektir. Nitekim Vladimir Putin, Güney Akım’a yeşil ışık yakmayan Bulgaristan’ın uğradığı zarara çok ilginç bir şekilde atıfta bulundu: “Bulgaristan, bağımsız bir devlet olarak hareket edemiyorsa bari transitten elde edeceği yıllık 400 milyon Avro’yu AB’den tazminat olarak alsın…” Enerji alanındaki bir başka gelişme de Mersin’de inşa edilecek Akkuyu Nükleer Santrali için önem taşıyan ÇED Raporu’nun Putin’in ziyaretinden birkaç gün önce yayımlanmış olmasıdır. Böylece santralin inşaatı önündeki engel de ortadan kaldırılmış oldu. 2017’de santralin inşaatına başlanması, 2020 yılında faaliyete geçmesi planlanmaktadır. Görüldüğü gibi ziyaretin ve genel olarak Türk-Rus münasebetlerinin en önemli gündemini enerji konusu teşkil etmektedir. Putin’in ziyareti sırasında alınan karar ve varılan mutabakatlar da Ankara ile Moskova’nın bu alanda işbirliği geliştirme konusunda kararlı olduklarını göstermektedir. Suriye ile Kırım Sorunları, İkinci Planda mı Kaldı? Putin - Erdoğan görüşmesinde gündeme gelen konulardan biri de Suriye ile Ukrayna’daki gelişmelerdir. Aslında bu konularda Türkiye ile Rusya farklı düşüncelere sahip olup farklı politikalar izlemektedirler. Bu farklılıklar o kadar belirgin ki Rusya, Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunmakta, dışarıdan bir müdahalenin yapılamayacağını ileri sürmekte, Esad’ın halk tarafından seçildiğini dile getirmektedir. Aynı Rusya, Kırım’ı kendi sınırları içerisine dâhil etmekten de çekinmemektedir. Türkiye ise tam tersine: Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü savunmakta, buraya herhangi bir müdahaleye karşı çıkmaktadır. Bu arada aynı Türkiye, Esad’ın gitmesi konusundaki ısrarını da devam ettirmektedir. Durum böyleyken, bu konuların Rus-Türk münasebetlerine zarar vermemesi, işbirliklerini arttırmalarına engel olmaması - şaşırtcı gelebilir. Ancak bunun da bir açıklaması vardır. Taraflar gerek Putin’in ziyareti sırasında gerekse de genel olarak iki ülkeyi karşı karşıya getirecek konuları değil de işbirliği alanlarını ön plâna çıkarmaya çalışmaktadırlar. Bunun için de birbirlerinin Suriye ve Ukrayna politikaları ile ilgili sert açıklamalarda bulunmaktan kaçınmaktadırlar. Nitekim Suriye sorunu ile ilgili Ankara’nın görüşü Rusya’dan ziyade ABD ile daha yakındır. Ancak Türk yetkililerinin açıklamalarının hedefinde Moskova değil de Washington vardır. Kırım konusunda da Türk yetkililer pek ses çıkarmadılar. Aynı şeyi Rus yetkililerin Türkiye’nin Suriye siyaseti ile ilgili tutumları için de söylemek mümkündür. Dolayısıyla bu görüşme sonrasında da iki ülke yetkilileri bölgede istikrarı savunduklarını, sorunların çözülmesi gerektiğini belirtmekle yetindiler, bunun nasıl yapılacağını, çözüm önerilerinin ne olduğunu belirtmediler. Bununla birlikte Başbakan Erdoğan’ın Kırım konusu üzerinde durduğunu ve Rus meslektaşından Kırım Tatarlarının haklarının ihlal edilmemesi konusunu gündeme getirdiği de görülmektedir. Vladimir Putin Erdoğan ile yaptığı önceki görüşmesinde de Kırım Tatarlarına bugüne kadar verilmeyen hakların verileceğini, 1944’te Orta Asya’ya sürgün edilen Kırım Tatarlarından yarımadaya dönmek isteyenlere yardım edileceğini belirtmişti. Buna benzer açıklamalar bu ziyaret sırasında da yapıldı. Vladimir Putin’in bu sözlerini yerine getirmesi birçok açıdan önem arz etmektedir. Haklarının iadesi ve dönüşlerinin sağlanması, Kırım Tatarlarına yapılan haksızlığın kısmen de olsa giderilmesini, Kremlin’e olan güvensizliğin ve tepkinin azalmasını sağlayabilir. Bu hususun şüphesiz Türk-Rus münasebetlerine de olumlu katkısı olacaktır.