DÜNDEN BUGÜNE KIRIM. KIRIM TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ
Bu yazı, kendi çalışmalarımdan derlenmiş olup, Aralık 2015’te Almanya’nın Duisburg şehrinde gerçekleştirilen Kültür ve Kitap Fuarı’nda yaptığım konuşmanın özetidir.
Kırım yarımadası, yüzölçümü olarak fazla büyük bir alan kaplamasa da (27.000 km2) gerek tarih boyunca gerekse de günümüzde birçok ülkenin dikkatini çekmiş ve bu güçlerin mücadele alanı olmuştur. Bunun sebebi şüphesiz coğrafî ve jeostratejik konumundan kaynaklanmaktadır. Antik Yunan döneminde burası tahıl ambarı olarak kullanılmıştır. Yunanlıların yanı sıra İskitler de buraya sahip olmuşlardır. M. Ö. 63’te ise Roma İmparatorluğu, adayı ele geçirmiş, ardından Bizans buraya hâkim olmuştur. Hunlardan itibaren ise burası Hun, Avar, Peçenek, Kıpçak gibi Türk boylarının Doğu’dan Batı’ya göçlerinin güzergâhı üzerindeydi. Dolayısıyla IV. yüzyıldan itibaren yarımada, Türklerle de tanışmıştır. Söz konusu ilk dönem için adaya en fazla Türk, Hazarlar döneminde yerleşmiştir. Burası, Yahudiliği kabul eden Hazarlar için ev sahipliği yapmıştır. Nitekim onların torunları olan Karaim Türkleri günümüzde de az sayıda da olsa burada yaşamaktadır.
Türk hâkimiyetinin adada başladığı tarih ise Altın Orda dönemidir. Çengiz Han’ın torunu Batu’nun 1236-1242 yılları arasında gerçekleştirdiği sefer neticesinde Kırım, Türk-İslam Devleti olan Altın Orda’nın içerisinde yer almıştır. Altın Orda’yı Türk-İslam devleti olarak kabul ediyoruz, çünkü devletin kurucusu Çengizoğulları olsa da, devletin kapladığı coğrafyada nüfusun çoğunu Türk Kıpçaklar oluşturuyordu ve Özbek Han zamanında (14. yüzyılın ilk yarısında) bütün ülkede İslamiyet yayılmıştı. Kırım da bu bağlamda bir istisna teşkil etmemektedir. Nitekim Batu gelmeden önce burada Kıpçaklar ve Hunlarla Hazarların kalıntıları vardı. Bu dönemde ve Altın Orda’nın XV. yüzyılın ilk yarısında parçalanması neticesinde kurulan Kırım Hanlığı döneminde adadaki etnik süreçler de tamamlanmıştır. Yani artık hanlık döneminde Kıpçak ve diğer boyların yerini Tatar adı almıştır.
“Tatar”ın birçok anlamı vardır. Batılılara göre cehennemin belirtisi, Türklerde daha çok “postacı” ile bağdaştırılmaktadır. Dilcilerin bir kısmı ise “yabancı kişi” anlamına geldiği düşüncesindedirler. Bu isim, aslında Tatarlara Ruslar tarafından verilmiş ve Rus topraklarını da hâkimiyet altına alan Moğollarla ilgilidir. Nitekim Çengiz Han’ın ordusu içerisinde Tatar adlı bir Moğol boyu vardı. Çok cesurdular. Ve bu isim bütün Moğollar için gerek Rusya’da gerekse de Batı’da kullanılmaya başlandı. Diğer bir deyişle Altın Orda’nın asıl nüfusunu oluşturan Kıpçakların, Hazar ve bölgedeki diğer Türk boylarıyla karışımından ortaya çıkan yeni bir millete, Ruslar “Tatar” adını vermişlerdir. Tatarlar, geniş bir coğrafyaya yayılmışlardı: İdil Ural, Hazar yanı, Sibirya, Kırım. Yani XIII. yüzyıldan itibaren geniş bir Tatar dünyasından bahsetmek mümkündür. Aslında temelde bu coğrafyalardaki Tatarlar arasında başlangıçta herhangi büyük bir fark yoktur. Yalnızca bölgeye göre Tatarların oluşumunda Kıpçakların yanı sıra farklı Türk boyları yer almıştır. Örneğin Kazan Tatarlarında Kıpçakların yanı sıra İdil Bulgarları, Kırım Tatarları’nın oluşumunda Kıpçakların yanı sıra Selçuklular vs yer almıştır. Yine Rusların klasik politikası neticesinde birbirlerinden ayırmak için farklı coğrafyalarda yaşayan Tatarların adına yaşadıkları coğrafyaların adları da eklenmiştir: Kazan Tatarı, Kırım Tatarı, Astrahan Tatarı, Sibirya Tatarı. Ancak zamanla Kırım Tatarları ile diğer Tatarlar arasında dil ve kültür açısından bir takım farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bunun sebebi ise Kırım Hanlığı’nın kuruluşundan neredeyse hemen sonra Osmanlı’nın hâkimiyeti altına girmesi, Kazan ve diğer hanlıkların ise XVI. yüzyılın ortasından itibaren Ruslar tarafından ele geçirilmesidir.
Kırım’ın Türk yurdu hâline gelmesinden sonra, yani Altın Orda ve Kırım Hanlığı döneminde “Kırım” adı da ortaya çıkmaktadır. Kırım, Türkçede “çukur, duvar, hendek” anlamına gelmektedir. Genel olarak Tatarlarda coğrafî isimler, bulundukları coğrafyayı tarif eden isimlerdir. Mesela Kazan şehrinin adı, bulunduğu coğrafya ile ilgilidir (yem pişirilen kazan gibi bir çukura benzemesi). Kırım da aynı şekildedir. Kırım yarımadası ve ardından da hanlığa, bu ismi ise Kırım şehri vermiştir. Kırım’ın İtalyanca adı Solhat da aynı anlama gelmektedir. Kırım adı, Moğolcada aynı anlamı taşımakta. Örneğin Çin seddine Moğollar, Sagan Kırım (geçilmez yer) diyorlar. Muhtemelen yarımada, Kırım olarak Batu Han’ın seferlerinden sonra adlandırılmaya başlanmıştır. Çünkü yarımada, Yayla sıradağları, güney sahillerini Tatarlardan duvarla ayırıyordu. Moğollar da atlarının atlayıp geçemedikleri herhangi bir araziyi çukur, duvar, yani “Kırım” olarak adlandırıyorlardı. Özetleyecek olursak, Altın Orda döneminde yarımada, her anlamda, ismiyle, bulundurduğu nüfus ile Türk yurdu hâline gelmiştir.
XV. yüzyılın ilk yarısında, Altın Orda’nın parçalanmaya girdiği bir dönemde Kırım, bağımsız olmuştur. Ancak Kırım Hanlığı, kuruluşundan neredeyse hemen sonra Osmanlı hâkimiyetine girdi. Bu husus, hanlığın diğer Tatar hanlıklarıyla kıyasla daha uzun ömürlü olmasını sağlamıştır. Nitekim Kazan, Astrahan XVI. yüzyılın ortalarında Ruslar tarafından ele geçirilirken, Kırım, ancak XVIII. yüzyılın sonunda Çarlık Rusyası’nın bir parçası olmuştur.
Kırım Hanlığı’nın Osmanlı Devleti içerisinde özel bir konuma sahipti. En başta hanlığın, Osmanlı’ya dahil edilmesi şüphesiz Osmanlı’nın da prestijini artırmıştır. Çünkü hanlık, Çengiz’in torunu tarafından kurulan Altın Orda’nın, doğal olarak da Büyük Moğol İmparatorluğu’nun da bir parçasıydı. Yine hanlık bir Türk-İslam devleti olsa da hanlığın başında Çengiz soyundan gelenler bulunuyordu. Kırım hanlarının Osmanlı içerisindeki önemine şu husus da işaret etmektedir: Osman’ın soyu tükendiği takdirde devletin başına Kırım Girayların soyundan gelenler çıkacaktı. Buna rağmen protokolde Kırım hanları, Osmanlı’da sultan ve sadrazamdan sonra geliyor ve bu husus özellikle Osmanlı seferleri sırasında soruna yol açıyordu. Sultanın katılmadığı savaşlarda han, sadrazamın idaresine veriliyor, hatta sadrazam da seferden ayrıldığında yerine bir paşa tayin ederek hanın da ona itaat etmesini istiyordu. Bu da hanların seferleri terk etmesine ve Osmanlı’nın önemli savaşları kaybetmesine sebep oluyordu. 1569 Astrahan Seferi ve 1863 Viena Kuşatması’nı buna örnek gösterebiliriz.
Diğer taraftan Osmanlı Devleti, Tatar hanlıklarının Ruslar tarafından ele geçirilmesine pek fazla ses çıkarmamıştır. 1552’de Kazan’ı, 1556’da Astrahan’ı ele geçirdikten sonra Ruslar için Orta Asya ve Kafkasya kapısı açılmış, ayrıca Ruslar dikkatlerini Kırım’a da yönlendirmişlerdir. Osmanlı’nın bu sessizliğinin birçok sebebi vardır: o tarihlerde Batı ile ilgilenmesi, bölgenin Osmanlı’dan uzak olması, İdil Ural bölgesini Kırım hanlarının sorumluluğuna vermesi vs. Ancak bildiğimiz gibi bu siyaset, uzun vadede Osmanlı Devleti’ne de büyük zarar vermiştir. Ruslar, Kırım’ı Osmanlı’dan almakla kalmayacak, Balkanlar’daki Ortodoks Slavların himayecisi de olacaktır.
Kırım’ın Rus hâkimiyetine girmesiyle Kırım Tatarları için sorunlar başlamaktadır. Rusların ele geçirdikleri her yerde olduğu gibi Hristiyanlaştırma, Ruslaştırma politikası burada da uygulanmıştır. Bu da Kırım’dan Türkiye’ye göçlerin başlamasına neden olmuştur. 1783-1922 yılları arasında yaklaşık 2 milyon Tatarın Osmanlı’ya göç ettiği bilinmektedir. Bununla birlikte Kırım Tatarları için asıl sorunlar, II. Dünya Savaşı ile birlikte başlamıştır.
II. Dünya Savaşı sırasında binlerce Kırım Tatarı, SSCB içerisindeki diğer halklar gibi Kızıl Ordu safında savaşmıştır. Bununla birlikte Almanlar, daha 1941 yılında Kırım’ı ele geçirmişlerdir. Almanlar için Kırım’ın ele geçirilmesi, askerî önem taşımanın yanı sıra siyasi önem de arz ediyordu. Almanlar, Kırım faktörünü de kullanarak tarafsız kalan Türkiye’yi kendi saflarına çekmeyi düşünüyorlardı. Sovyetleri yendikleri takdirde Büyük Bir Türk Devleti’nin kurulacağını ve Türkiye’nin de merkez olacağını ileri sürüyorlardı. Kırım’a yönelik asıl amaçları ise yarımadadan Kırım Tatarlarını sürmek ve orayı Almanya’ya bağlı bir tatil merkezi hâline getirmekti. Türkiye, Almanya’nın bu konudaki oyununa gelmediği gibi, Almanlar da ileri sürdükleri düşüncelerinde samimi olmadıklarını hemen gösterdiler. Ele geçiren adada Almanlar yönetimi Tatarlara değil de kendileriyle işbirliği yapan Ruslara verdiler, esir Tatarlardan ise kendi saflarında savaşacak birlikler oluşturdular. 1944 yılında ise Sovyetler, Kırım’ı Almanlardan geri aldılar ve Stalin ilk iş olarak Kırım Tatarlarının Almanlarla işbirliği yaptığını ileri sürerek adadaki Kırım Tatarlarının büyük bir kısmını Sibirya ve Orta Asya’ya sürgün edilmesini emretti. Adaya Ruslar yerleştirildi, Tatarlara dair bütün izler silindi. İleri sürülen sebep, gerçek olamazdı. Zira binlerce Kırım Tatarı, Sovyetler safında Almanlara karşı mücadele etmişti. Gerçek sebep ise, strateji açısından SSCB için emsalsiz önem taşıyan Kırım’ı “istenmeyen unsur” olan Kırım Tatarlarından temizlemek ve bir Rus adası hâline getirmekti. İkinci önemli sebep de o dönemde SSCB’nin düşmanı olan Türkiye’ye sınır bölgeleri Türk ve Müslüman nüfustan temizlemek çabasıydı. Nitekim aynı şekilde Türkiye’ye komşu olan Ahıska Türkleri de sürgün edildi. Bu olaydan sonra Sovyet Şurası, 1946’da Kırım Muhtar Cumhuriyeti’ni lağvederek Kırım yarımadasını bir vilayet statüsüne indirdi, çok geçmeden, 1954 yılında ise Nikita Hruşöv döneminde bu vilayet Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlandı.
Hruşöv’un bu adımının büyük hata olduğunu Ruslar, ancak 1991’de, SSCB parçalandıktan sonra, anladılar. Rusya için de büyük önem arz eden yarımada ve Rus deniz üssü böylece Ukrayna’nın içinde kaldı. Burada önemli Rus nüfusu bulunuyordu. Eski Sovyet coğrafyasındaki önemli turizm bölgelerinden biriydi. Genel olarak Rus tarihinde de Kırım’ın ayrı bir yeri vardır. Slavların Kiril alfabesini oluşturan Kiril ile Mefodiy adlı iki din adamı, bir süre Kırım’da yaşamışlardı. II. Dünya Savaşı’nın gidişatı ve Avrupa’daki sınırların yeniden şekillendirilmesi gibi konuların görüşüldüğü Yalta Konferansı, Kırım’ın Yalta şehrinde gerçekleşmiştir. Bu örnekleri devam ettirmek mümkündür. Dolayısıyla Kırım, SSCB’den sonra varlığını özerk cumhuriyet olarak Ukrayna içerisinde devam ettirse de burası Moskova açısından hayatî önem taşıyan bir bölgeydi. SSCB yıkıldıktan sonra Kırım, buradaki Rus nüfus (2.000.000 - % 58), askerî üs, devamlı Rusya ile Ukrayna arasında bir sorun olarak kalmış ve kalmaktadır.
2014’te Kırım’da durum değişti. Kırım, 2014 yazında Rus birlikleri tarafından Rusya’ya ilhak edildi ve böylece Kırım, Rusya’nın 22. özerk cumhuriyeti oldu. Her ne kadar bu süreç çok hızlı bir şekilde gerçekleşse de sonraki gelişmeler, Moskova’nın buna uzun süredir hazırlandığını göstermektedir. Çünkü referandum yapıldıktan ve Rus askerleri yarımadaya girdikten sonra herşey çok hızlı değişti. Levhalar, yarımadada dolaşımda olan para birimi vs. değiştirildi, Kırım’ın spor takımları, Rus liglerinde oynamaya başladılar. Diğer bir deyişle Kırım, birkaç hafta içinde fiilen de Rus toprağı hâline geldi.
Bu olayın neden 2014’te gerçekleştiği sorusu akla gelmektedir. Bunu birkaç hususla açıklamak mümkündür. 2000’li yılların başında Rusya, Vladimir Putin ile birlikte enerji kaynakları sayesinde ekonomisini güçlendirmiş, uluslararası arenada da ABD’nin tek kutuplu düzenine karşı bir siyaset izlemeye başlamış, Orta Asya, Kafkasya, Balkanlar, Orta Doğu’da güçlenmiştir. Başlangıçta Batı ile de fazla sorun yaşanmamıştır. Ancak AB ve NATO’nun genişlemesini, Batı’nın renkli devrimleri desteklemesini, hatta Arap Baharı’nı Ruslar kendileri için bir tehdit, kendilerine karşı atılan bir adım olarak görmektedirler. Rusya yanlısı Viktor Yanukoviç’in Ukrayna’da iktidardan uzaklaştırılması, Ruslar açısından bardağı taşıran son damla oldu. Çünkü Ukrayna Ruslar için büyük önem arz eden bir ülkedir. Ukrayna’sız bir proje düşünülemez. Dolayısıyla Ukrayna konusunda Ruslar harekete geçtiler, daha doğrusu uzun süreden beri Kırım ile ilgili yaptıkları planı hayata geçirdiler.
“Neden şimdinin” ikinci açıklaması, Rusya’nın bu hamlesi için uluslararası arenadaki durumun da uygun olmasıdır. Suriye ve genel olarak Orta Doğu’da istikrarsızlığın devam etmesi, İŞİD terör örgütünün ortaya çıkması vs. dolayısıyla uluslararası kamuoyu başlangıçta Rusya’nın bu adımına fazla bir tepki vermedi. Bir başka açıklama da Rusya’nın son yıllarda kendisine olan güveninin artmasıdır. Her açıdan başarılı bir şekilde gerçekleştirilen Kış Olimpiyat Oyunları (Soçi, 2014) bu güveni daha da arttırmıştır. Konuyla ilgili bir başka husustan daha bahsetmek yerinde olacaktır. Vladimir Putin, Rus tarihinin önemli devlet adamlarından biri kabul edilmekte, IV. İvan ve I. Petro ile karşılaştırılmaktadır. IV. İvan ve I. Petro döneminde Ruslar hep topraklarını genişletmişlerdir. Putin’in bu bağlamda bir eksikliği vardır. Kırım’ın ilhakı ile birlikte bu eksiklik de giderilmiş oldu.
Kırım’ın Rusya’ya ilhakını taraflar açısından değerlendirecek olursak, aşağıdaki çıkarımlarda bulunmak mümkündür: adada yaşayan Kırım Tatarları, Kırım Tatar Meclisi, Kurultay, - hepsi karşı çıktı. Ekonomi açısından baktığımızda Kırım’ın durumu daha kötü olamaz. Çünkü Ukrayna, bağımsızlığından itibaren siyasi ve ekonomik sorunlar yaşıyor, yarım adaya yatırım yapmıyordu. Kırım Tatarlarının sürgünden dönmeleri sürecine de Ukrayna Hükümeti fazla bir katkıda bulunamadı. Bunun gerekçesi de maddi sıkıntılardı. Ancak Kiev yönetimi, adadaki nüfus yapısını kendi lehine biraz olsun dönüştürmek, yani Ukrainleri buraya yerleştirmek için gereken maddi imkânı buluyordu. Yine vatanlarına dönen Kırım Tatarları, çok sayıda sorun ile karşılaştılar, eski ev ve toprakları kendilerine iade edilmedi. Dinî alan dışında Kırım Tatarları her türlü sorun ile karşı karşıya kaldılar. Ukrayna Hükümeti, son yıllarda Kırım’ın özerklik yapısında da kısıtlamalara gitmiş, aynen Rusya gibi merkeziyetçi politika izlemeye başlamıştı. Bütün bunlara ve Vladimir Putin’in Kırım Tatarlarının vatanlarına dönmesi için izin vereceğini belirtmesine ve yarımadaya yatırım yapacağına dair söz vermesine rağmen Kırım Tatarları, bu sürece karşı çıktılar. Bunun sebebini şüphesiz psikolojik, manevî alanda aramak gerekmektedir. Stalin dönemi sürgününün yaraları daha iyileşmemiştir. Ukrayna’nın AB üyeliğinin bir gün gerçekleşebileceği ve onların da durumlarının her anlamda düzelebileceğini düşünmeleri de bu tutumlarının önemli bir gerekçesidir. Bundan dolayı Kırım Tatarları referanduma da karşı çıktılar, Rusya’nın içerisinde yer almak istemediklerini dile getirdiler. Ancak Kırım Tatarlarının kendi vatanlarında azınlık olmaları ve Rusların adadaki varlığı ve gücü, onların düşünce ve görüşlerini önemsiz kılmaktadır.
Kırım’ın Rusya’nın içerisinde yer almasını belki kimse tanımadı. Ancak Rusya’nın bu konuda geri adım atması artık mümkün görülmemektedir. Günümüzde Rusya ile Batı arasında yaşananlar da bunun en büyük göstergesidir. Bundan sonraki süreçte Kırım Tatarları için önemli olan Putin’in sözünde durup durmayacağı konusudur?! Yani Kırım Tatarlarının vatanlarına dönüş süreci hızlanacak mı? Moskova, Kırım Tatarlarının vatanlarına dönmesine ve adada yerleşmesine, ada ile entegrasyonlarına destek verecek mi? Şimdiye kadar Kremlin, Kırım’ı 22. Cumhuriyet yaptı, Tatarcayı Rusça ile birlikte resmî dil ilân etti. Putin’in sözünde durması, Rusya için de önemlidir. Rusya’ya olan güven artabilir, Batı ile gerginliğin dozu azalabilir.
En zararlı çıkan taraflardan biri de şüphesiz Ukrayna’dır: Kırım’ı hem toprak olarak hem de Rusya ile münasebetlerde kullandığı araç olarak kaybetti. Hatta Ukrayna’nın kaybı, Kırım ile de sınırlı kalmadı, Ukrayna’nın doğusu da ayrılıkçı hareketlerde bulunmaktadır. Diğer bir deyişle Ukrayna’nın parçalanmışlığı devam etmektedir. Rusya ile münasebetler kesildiğinden dolayı ülkede yaşanan ekonomik krizin seviyesi daha da arttı. Batı ise alışılagelmiş politikasını uygulayarak müdahaleden sonra yeterince destek vermemektedir. Ukrayna’nın doğusundaki istikrarsızlığın da daha uzun devam edeceği benzemektedir. Bu sorunu çözmeden Ukrayna’nın ne AB ne de NATO üyeliği mümkün olacaktır. Dolayısıyla Moskova’nın Ukrayna’nın doğusunu aynen zamanında Kırım’ı olduğu gibi Kiev yönetimine karşı bir araç olarak kullanacağını da söylemek mümkündür. Dolayısıyla Ukrayna’nın işinin gerçekten de çok zor olduğu görülmektedir.
Rusya açısından değerlendirecek olursak, Kırım’ın Rusya için arz ettiği önemi yukarıda ele aldık. Kremlin, bu olayı medya yolu ile “kurtarış” olarak gösterdi. Rus halkı da çok memnun oldu, Putin’in prestiji arttı. Ta ki, ambargolar uygulanmaya, petrol fiyatları düşmeye, Rus Rublesi, değer kaybetmeye başlayıncaya kadar. Petrol fiyatlarının iki kat düşmesi, Rus Rublesi’nin 2.5 kat değer kaybetmesi, fiyatların hızlı artışı, Rus halkına “Acaba Kırım’a ihtiyaç varmıydı ?” sorusunu yavaş yavaş sordurtmaya başlamaktadır. Vladimir Putin, krizin iki yıl daha süreceğini dile getirdi. Ancak bunun da bir garantisi yoktur.
Rus ekonomisinin krize girmesinin nedeni yalnızca Rusya’ya uygulanan ambargolar değildir, aynı zamanda yine buna bağlı olarak petrol fiyatlarının düşüşüdür. Rus ekonomisinin krize girmesi şüphesiz dış politikayı da etkileyecektir. Zira Rusya’nın kendi etrafında tutmak için birçok eski Sovyet cumhuriyetini (Belarus, Kırgızistan, Tacikistan) ekonomik olarak beslemeye devam etmesi, kolay olmayacaktır. Yine Kırım’a vaat edilen yatırımı yapmak ve Kırım Tatarlarının dönüş sürecini hızlandırmak için de önemli miktarlarda paraya ihtiyaç vardır. Rusya’nın karşı karşıya kaldığı kriz, bu süreçleri de olumsuz etkileyebilir.
Türkiye’nin konuyla ilgili tutumuna gelince, Ankara Rusya’nın bu hamlesine fazla tepki vermedi. Aynı tarihlerde ve hâlâ da Ankara, Suriye ile meşguldür. Türk yetkililer, tepki yerine bu süreçte Kırım Tatarlarının haklarının ihlal edilmemesi, dönüşlerinin sağlanması gibi konuları gündeme getirdiler ve öyle görünüyor ki getirmeye devam edecekler. Diğer taraftan Türkiye, Batı’nın Rusya’ya uyguladığı ambargoya katılmadı. Rusya’nın Türkiye’den ithalatı her geçen gün artmaktadır.
Kırım’da yaşananlar ilginç bir şekilde geçmişten farklı olarak günümüz Türk-Rus münasebetlerine zarar vermemiştir. Bu husus bir kez daha bize Türk-Rus münasebetlerinin çok farklı bir seviyeye çıktığı, tarafların da bu işbirliğine fazla önem verdiklerini göstermektedir.