YUKARI KARABAĞ’DA NELER OLUYOR?

2 Nisan’da Yukarı Karabağ’da Azerbaycan ile Ermenistan askerî birlikleri arasında meydana gelen çatışmalar, Mayıs 1994’te taraflar arasında ateşkesin imzalanmasından sonra yaşanan en büyük tırmanmaydı. Bundan önce de taraflar arasında küçük çaplı çatışmalar yaşansa da geçtiğimiz günlerde yaşanan olaylar öncekilerden çok farklı ve çok daha büyük boyuttaydı. Nitekim her iki taraf da söz konusu olaylar sırasında topçu sınıflarının yanı sıra tank ve askerî uçaklarla helikopterler kullandı, verilen kayıplar da önceki çatışmalardan farklı olarak çok daha fazla oldu. Bölge ve genel olarak uluslararası arenadaki son gelişmeler de bölgenin istikrarsızlaşmasını adeta tetikler vaziyettedir. Mart ayında Aliev-Erdoğan görüşmesinin yapılması, Azerbaycan’ın bir taraftan ABD’deki Nükleer Zirvesi’nde insan hakları konularında eleştirilmesi, diğer taraftan aynı sırada ABD’li yetkililerin Azerbaycan topraklarının bütünlüğünden bahsetmesi, son aylarda Rusya’nın Ermenistan’a yeni askerî teknolojiler satması, Rusya ile Türkiye arasında yaşanan kriz ve son günlerde yumuşama belirtilerinin ortaya çıkması, bütün bunlar konuyla ilgili çok sayıda komplo teorisinin üretilmesi için müsait bir alt yapı oluşturdu. Kaldı ki, Suriye’den sonra Orta Asya ile Kafkasya’nın istikrarsızlaşması zaten beklenen bir gelişmeydi. Azerbaycan tarafına göre olaylar, Ermenistan’ın sınırdaki Azerbaycan köylerine ateş açmasıyla başlarken, Ermenistan olayları, Azerbaycan Devlet Başkanı Aliev’in iç politikaya yönelik başlatılan bir adım olarak nitelendirdi. Sorunun nasıl başladığını şimdi tahmin etmek zor olsa da bölgedeki çatışmaların taraflara pek de fayda temin etmeyeceği yorumunu getirmek mümkündür. En başta Azerbaycan’ın Ermenistan’ın işgal ettiği Yukarı Karabağ ve civardaki yedi ilçeyi geri almak istemesi anlaşılabilir bir durumdur. Ancak günümüz şartlarında bunu gerçekleştirmenin ve özellikle de askerî yollarla geri almanın çok da kolay olmadığı kesindir. Bunun en büyük sebebi de Rusya’nın Ermenistan’a verdiği destektir. Rusya’nın Ermenistan’da askerî üsleri bulunmakta, Rusya Ermenistan’a S-300 füzeleri de dâhil olmak üzere askerî teknolojiler satmakta, Ermenistan Füze Radar Sistemi’ne destek vermekte, Ermenistan ordusunu eğitmektedir. Ayrıca belki de en önemlisi Rusya ile Ermenistan arasında imzalanan anlaşmaya göre ülkelerden biri dış saldırıya maruz kaldığında diğeri saldırıya maruz kalanın tarafında savaşa katılmasıdır. Diğer bir deyişle Ermenistan’a açılacak savaşta, Rusya Ermenistan tarafında yer alacaktır. Bununla birlikte Rus yetkililer, çatışmaların Yukarı Karabağ ile sınırlı kalacağı ve Ermenistan’a yayılmadığı takdirde olaya karışmayacağını dile getirmektedirler. Böylece Rusya bir taraftan Ukrayna ve Suriye’den sonra kendisine üçüncü cephe açmamış olacak, diğer taraftan da Azerbaycan’ı da tamamen kaybetmeyecektir. Ancak Rusya’nın bölgedeki dayanağı şüphesiz Ermenistan’dır ve Rusya’nın Güney Kafkasya siyaseti de Ermenistan temellidir. Bazı uzmanların deyimiyle Ermenistan, Rusya’nın bölgedeki “İsrail”i konumundadır. Dolayısıyla her ne kadar Moskova, tarafsız kalmaya çalışsa da bölgedeki kendi çıkarlarını ve varlığını kaybetmemek (bu bağlamda Ermenistan’ın Rusya açısından arz ettiği önem, Suriye’nin Rusya açısından arz ettiği öneme benzemektedir) için gerek istikrar gerekse çatışma ortamında Ermenistan’ın yanında yer almaktadır. Dolayısıyla enerji, ekonomi, askerî ve siyasî olarak Rusya’ya bağlı olan Ermenistan’a karşı herhangi bir askerî operasyonun pek sonuç vermeyeceği, Rusya’nın da bölgedeki tek müttefikinin yanında yer alacağını tahmin etmek mümkündür. Sorunun çözümü (Ermenistan’ın Azerbaycan’ın topraklarını iade etmesi vb. çözümler), diplomatik yollarla da mevcut şartlar göz önüne alındığında çok zor görülmektedir. Çünkü böyle bir durum beraberinde Ermenistan’ın dışa açılmasını ve Rusya’nın kıskancından çıkması anlamına da gelmektedir. Dolayısıyla sorunun dondurulmuş olarak kalması, Rusya’nın daha fazla işine yaramaktadır. Böylece hem Azerbaycan’a hem de Ermenistan’a karşı elinde önemli bir koz bulundurmaktadır. Çatışmaların yaşandığı günlerde dikkatlerin çekildiği bir başka ülke de Türkiye oldu. Özellikle Mart ayında iki ülke liderlerinin görüşmesi, acaba bu konunun önceden görüşülüp görüşülmediği sorusunu da gündeme getirdi. Türkiye, bu meselede şüphesiz kardeş Azerbaycan’ın yanında yer almakta, hatta bundan dolayı komşu Ermenistan ile münasebetlerini dondurmuş bulunmaktadır. Ancak Türkiye, meselenin askerî yöntemlerle değil de diplomatik yöntemlerle çözülmesini, Ermenistan’ın işgal ettiği toprakları iade etmesini istemektedir. Azerbaycan ile Ermenistan arasında çatışmaların artması şüphesiz Türkiye’nin de çıkarına değildir. Zira böyle bir durumda Ankara, Bakü’ye bir şekilde destek vermek zorunda kalacaktır. Bu da Türkiye’yi, Rusya ile karşı karşıya getirecektir. Suriye’deki olaylar dolayısıyla Türkiye-Rusya krizinde yumuşamaya dair belirtilerin ortaya çıktığı bir dönemde Yukarı Karabağ meselesinin yeniden canlanması ve dikkatlerin Rusya ile Türkiye’nin tutumlarına çekilmesi birilerin ısrarla Rusya ile Türkiye arasındaki münasebetlerin iyileşmesini istemediği ve bu iki ülkeyi karşı karşıya getirmek için çaba sarf ettiği izlenimini bırakmaktadır. Batı’nın tutumuna gelince, her ne kadar özellikle son dönemde BM Güvenlik Konseyi ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi gibi uluslararası örgütler ile ABD ve bazı Avrupa ülkeleri, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü konusunu gündeme getirmeye başlamış olsalar da hala somut bir adım atılmadığı ve atılmasının da zor olduğunu görüyoruz. Kaldı ki, Suriye ve Ukrayna’daki olaylar da Batı’nın bu konularda pek başarılı olmadığını göstermektedir. Bugün itibarıyla çatışmaların dozu azalsa, hatta tamamen kesildiği ileri sürülse de iki günde yaşanan olaylar, Yukarı Karabağ meselesinin her an daha büyük bir boyutla yeniden ortaya çıkma tehlikesi taşıdığını gösterdi. Meselenin tarihî süreci ile taraf olan ülkelerin yalnızca Ermenistan ile Azerbaycan’dan ibaret olmaması, küçük çatışmaların bölgede büyük savaşlara dönüşmesine de neden olabilir. Bundan dolayıdır ki, yeni çatışmalar yaşanmadan ABD, AB, Rusya, Türkiye ve iki ülkenin katılımıyla diplomatik temasların acilen başlatılması büyük önem arz etmektedir.