RUSYA-NATO REKABETİ
Haziran ayının ortasında Brüksel’de yapılan NATO Savunma Bakanları Toplantısı’nda üç Baltık ülkesi ile Polonya’da dört taburun konuşlandırılması kararı alındı. Mayıs ayında ise ABD, Romanya’daki füze kalkanını aktif hâle getirme kararı almıştı. Resmî olarak Batılı yetkililer bu füze kalkanının Orta Doğu’dan gelebilecek füze saldırılarına karşı NATO’yu koruma amacı taşıdığını, Doğu Avrupa’daki taburların ise bu ülkeleri dış saldırıdan koruma amacıyla kurulduğunu belirtseler de Moskova, her iki hamleyi ve genel olarak gerek NATO’nun gerekse de ABD’nin bölgedeki bütün hareketlerini kendisine yönelik yapılan ve çıkarlarına zarar veren bir adım olarak değerlendirmektedir. Rusya’nın bu görüşünde haklılık payı olmakla birlikte Batı’yı bu adımları atmaya iten sebeplerden biri de Rusya’nın izlediği dış politikadır.
SSCB ve Doğu Bloku’nun yıkılmasından sonra özellikle Rusya’da NATO’nun da aynen Doğu Bloku gibi dağılması bekleniyordu. Çünkü NATO’nun var olma sebebi Doğu Bloku’nun yıkılmasıyla birlikte ortadan kalkmıştı. Ancak NATO, varlığını sürdürdüğü gibi bir taraftan genişlemeye devam etti, diğer taraftan da nükleer, kimyasal, biyolojik silahlar geliştiren ülkeler ve terörizmle mücadele gibi yeni misyonlar edindi. 2004’te eski Sovyet ülkeleriyle (Estonya, Letonya, Litvanya) eski Doğu Bloku ülkelerinin (Bulgaristan, Romanya vs.) NATO üyesi olmasıyla Rusya ile NATO ve genel olarak Rusya ile Batı arasında Soğuk Savaş’ı aratmayacak rekabet ve mücadele yeniden başlamış oldu.
Moskova, NATO’nun genişlemeye devam etmesinin ve Doğu Avrupa’ya konuşlanmasının hedefinde Rusya’nın olduğunu ileri sürmektedir. Zira Kremlin yetkililerine göre NATO’nun hedefinde başka bir güç olmadığı ve olamayacağı gibi NATO’nun yeni misyonu çerçevesinde izlediği siyaset (terörle mücadele vs) başarısız olup Afganistan ve Orta Doğu’daki gelişmeler de bu başarısızlığın en büyük örnekleridir.
Moskova’yı asıl rahatsız eden husus ise eski Sovyet cumhuriyetlerinin NATO üyesi olması, buraya NATO asker ve teknolojilerinin yerleştirilmesi, buradan Rus topraklarının gözetilmesi ve en önemlisi de NATO’nun genişleme konusunda kararlılığını devam ettirmesidir. Diğer bir deyişle Moskova, dört bir taraftan NATO ülkeleriyle çevirili olmaktan rahatsız olduğu gibi kendi etki alanındaki eski Sovyet ülkelerinin de orta ya da uzun vadede NATO üyesi olma ihtimali olduğundan dolayı bunları kaybetmekten korkmaktadır. Zira böyle bir gelişme, Rusya’ya kendi “arka bahçe”si olarak gördüğü Orta Asya, Kafkasya ve NATO dışında kalan Doğu Avrupa kısmında etkisini kaybettirecek ve Moskova’nın “bölgesel güç” statüsüne zarar verecektir. Bundan dolayıdır ki Moskova, NATO ve ABD’nin bölgedeki her adımına karşı çıkmakta ve buna karşı önlemler almaktadır. ŞİÖ’nün kurulması ve örgütün NATO’ya alternatif olarak değerlendirilmesi, Rusya’nın bölge ülkeleriyle çeşitli ittifak ve örgütler çerçevesinde çok yönlü işbirliği geliştirmesi ve bu ülkeleri mümkün olduğu kadarıyla kendisine bağlı hâle getirmesi, askerî harcamalarını arttırması, Karadeniz filosunu güçlendirmesi, Avrupa’nın ortasında kalan ancak Rusya’nın toprağı olan Kaliningrad başta olmak üzere Batı sınırındaki askerî varlığını arttırması, Belarus’a füze radar sistemi yerleştirmek istemesi, daha agresif bir dış politika izlemesi, bu önlemlerin başlıcalarıdır.
2014’te Kırım’ın ilhakı, 2008’de Gürcistan ile yapılan kısa süreli savaşı, 2015-2016’da Rusya’nın Suriye’ye askerî müdahalede bulunmasını da aslında Rusya-Batı rekabeti ve Rusya’nın kendi çıkarlarını kaybetme kaygısıyla açıklamak mümkündür. Diğer taraftan bu siyaset, hem Batı’yı ve Batı dünyasının bir parçası hâline gelen eski Doğu Bloku ülkelerini hem de Rusya’nın kendi müttefiki olarak gördüğü ülkeleri korkutmaktadır. Günümüzde Belarus, Kazakistan, Ermenistan gibi eski Sovyet ülkeleri, Moskova ile yakın işbirliği geliştirseler de Ukrayna veya Gürcistan’da yaşananların kendi ülkelerinde de gerçekleşmeyeceğinden emin değillerdir. Bundan dolayı birçok alanda Rusya’ya bağlı olan cumhuriyetler bile zaman zaman imkânları dâhilinde Rusya’ya alternatif arayışına girmektedirler. Baltık ülkeleri de AB ve NATO üyesi olmalarına rağmen Rusya’yı hâlâ bir tehdit olarak algılamakta ve bundan dolayı kendi topraklarında gerek NATO askerlerinin yerleşmesine gerekse de NATO ve ABD füzelerinin konuşlandırılmasına karşı çıkmamakta, hatta kendileri istemektedirler. Bu da gerek ABD’nin gerekse de NATO’nun işine yaramakta ve bölgede işini kolaylaştırmaktadır. ABD ve NATO’nun bölgedeki çıkarlarını ise her ikisinin de bölgede hâkimiyetlerini pekiştirmesi, NATO’nun genişlemesiyle ABD’nin bu örgütteki taraftar sayısını arttırması ve gerektiğinde NATO’yu kendi çıkarları doğrultusunda kullanması, Rusya’nın hâkimiyet alanının sınırlandırılması, terör ve diğer tehditlerle mücadele etmesi, silah, enerji kaynakları, vb pazarlara hâkim olunması şeklinde özetleyebiliriz.
Her iki tarafın da bölgede çıkarlarının fazla ve önemli olması, Rusya-NATO ve genel olarak Rusya-Batı mücadelesinin devam etmesine neden olmaktadır. Bunun da neticesinde bugüne kadar imzalanan bütün silahsızlanma anlaşmalarına ve nükleer, kimyasal ve diğer silahlara sahip ülkelerle mücadele konusunda hemfikir olmalarına rağmen gerek Rusya gerekse de NATO ülkeleri hem askerî harcamalarını hem de bölge ve özellikle Rusya-NATO sınırındaki askerî varlıklarını arttırmaya devam etmektedirler. Bu siyaset, bölge istikrarı için de genel olarak dünya barışı açısından da son derece büyük tehlike arz etmektedir.
Rusya-NATO gerginliği, Rusya-Türkiye münasebetleri açısından da önem arz eden bir konudur. Uçak krizi öncesinde Türk-Rus münasebetlerinin hızla geliştiği dönemde dahi Kremlin, hiçbir zaman Türkiye’nin NATO üyesi bir ülke olduğunu unutmadı. Uçak krizi sonrasında Türkiye-NATO hattında yaşanan diplomasi trafiği bir kez daha bu gerçeği ortaya koydu. Dolayısıyla Türkiye-Rusya münasebetleri gelecekte düzelse dahi Türkiye’nin NATO üyesi olması ve Rusya’nın da NATO ile büyük sorunlar yaşaması gibi faktörler, Türk-Rus münasebetlerinin seyrini olumsuz etkileyecektir.