ENERJİDE BATI İLE DOĞU ARASINDAKİ KÖPRÜ: TÜRKİYE
26. Dünya Enerji Konferansı İstanbul’da yapılmaktadır. Konferans için herhâlde daha uygun bir ev sahibi bulunamazdı. Zira son yıllarda izlenen siyaset ile Türkiye, Avrasya coğrafyasında enerji alanında en önemli aktörlerden biri hâline geldi. Bunun da en önemli sebebi, Türkiye’nin coğrafî konumudur. Çatışmaların yaşandığı sorunlu bölgelere yakınlığı dolayısıyla sıklıkla Türkiye’nin coğrafî konumunun dezavantajlarından bahsedilse de bu konumu özellikle enerji kaynakların taşımacılığında Türkiye’nin önemini arttırmaktadır. Nitekim Türkiye; zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip Rusya, Orta Asya, Kafkasya ve Orta Doğu ile bu kaynaklara ihtiyaç duyan Avrupa ülkeleri arasında yer almaktadır.
Türkiye, birçok yeraltı kaynağına sahip olmasına rağmen mevcudiyeti ispatlanmış yeterince petrol ve gaz yataklarına sahip değildir. Bundan dolayı Ankara, gerek petrol gerekse doğalgaz ithal eden ülke konumundadır. Ancak enerji kaynaklarına sahip ülkelerle kendisi gibi bu kaynaklara ihtiyaç duyan ülkeler arasında bulunması, onu önemli transit ülke konumuna getirmektedir. Bir yandan Türkiye, Rus gazını Mavi Akım ve Batı Hattı’ndan alırken diğer yandan da Rusya tarafından Avrupa’ya ihraç ettiği gaz konusunda transit ülke olarak görülmeye başlanmaktadır. Son aylardaki Türk-Rus yakınlaşması ile birlikte Rus gazının Karadeniz’in altından ve Türkiye üzerinden ulaştırmasını öngören Türk Akımı (eski adıyla Güney Akım) yeniden gündeme geldi. Bölgede yaşanan siyasî gelişmelere ve tarafların ikili işbirliğini eski seviyesine çıkartma çabasına bakıldığında Türk Akım’ın hayata geçme şansının büyük olduğu görülmektedir. Ankara’nın İsrail ve Rusya ile ilişkilerini düzeltmesi, Rusya-Türkiye-İsrail güzergâhlı Mavi Akım-2 projesini de yeniden gündeme taşıdı. Böylece Moskova, doğalgazı Avrupa’ya taşıma konusunda Belarus ve Ukrayna’ya alternatif bulmaya çalışırken, Türkiye de hem kendi gaz ihtiyacını karşılamakta hem de Rusya ile Avrupa arasında köprü vazifesi üstlenerek kendi önemini arttırmaya çalışmaktadır.
İşin dikkat çekici tarafı Türkiye, Avrasya’daki “enerji oyunları”nda hem Rusya’nın projelerinde yer almakta hem de Rusya devre dışı bırakılarak Orta Asya ve Orta Doğu kaynaklarının Avrupa’ya ulaştırmasını amaçlayan projelerde yer almaktadır. Buna örnek olarak her ne kadar artık gündemde olmasa da Nabucco Projesi gösterilebilir. Orta Doğu’daki istikrarsızlık, Orta Asya ülkelerinin kararsızlığı, AB’nin de yeterince maddî destek ayırmaması, Nabucco’nun hayata geçmesini engellese de bütün taraflar bu yöndeki arayışlarını devam ettirmektedirler. Nitekim 2018’de Azerbaycan gazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştıracak Trans-Anadolu Boru Hattı’nın hayata geçmesi öngörülmektedir. Orta Asya ülkelerinin Rusya’ya alternatif boru hatları, ambargodan yeni kurtulan İran’ın ise yeni müşteri arayışında olması, Türkiye’nin kaynak çeşitlendirmesine önem vermesi, bu alanda önümüzdeki dönemde yeni gelişmelerin yaşanabileceğini göstermektedir. Diğer bir deyişle Ankara son yıllarda izlediği siyaset ile bir taraftan doğalgaz aldığı ülkelerin sayısını arttırmaya, diğer taraftan da transit ülke konumunu güçlendirmeye çalışmaktadır. Bu siyaset, tek bir ülkeye bağlılığı azaltacağı gibi, adı geçen ülkelerle fiyat pazarlığında Türkiye’nin elini de güçlendirmektedir.
Petrol konusunda doğalgazdan farklı olarak Türkiye, transit konusunda aynı güce sahip olmasa da yine de aynı şekilde petrol aldığı ülkelerin sayısını arttırmaya çalışmakta (Türkiye’nin bu alandaki en önemli ortakları: Irak, İran, S. Arabistan, Azerbaycan) ve Bakü-Tiflis-Ceyhan örneğinde olduğu gibi önemli projeleri hayata geçirmektedir.
Türkiye’nin enerji kaynaklarını bu kadar fazla ithal ediyor olması, şüphesiz istenilen bir durum değildir. Ancak yeterli miktarda gaz ve petrole sahip olunmadığı için kısa vadede bunları ithal etmekten başka bir çare de yoktur. Bu bağlamda Türkiye’nin ithal ettiği ülkeleri arttırması önem arz ettiği gibi Türkiye’nin coğrafî konumundan da faydalanarak kaynaklara sahip olan ülkeleri adeta kendine bağlaması ve bu yönde büyük çaba sarf etmesi de akıllıca bir siyasettir. Kaldı ki, transit konumu olmasa dahi Türkiye; Rusya, Irak, İran ve başka ülkelerin en önemli müşterisidir. Diğer bir deyişle Ankara, doğalgazın %55’ini Rusya’dan aldığından dolayı önemli ölçüde Rusya’ya bağımlıysa, Rusya da aynı ölçüde Türkiye’ye bağımlıdır. Zira Rusya’nın da en büyük ikinci müşterisi Türkiye’dir. 2015’in son aylarında yaşanan uçak krizi sırasında birçok alanda taraflar arasındaki işbirliği askıya alınırken enerji alanında bir sorunun yaşanmamasının da en önemli sebebi budur. Aynı şey İran ve Irak ile münasebetler için de geçerlidir.
Güzergâh çeşitlendirilmesinin yanı sıra sıvılaştırılmış doğalgaz depolarının inşası, petrol ve doğalgaza alternatif kaynaklarının arayışı, güneş enerjisinden daha fazla istifade edilmesi, nükleer santralin inşa edilmesi de Türkiye’nin enerji politikaları açısından büyük önem arz eden konulardır. Artan enerji ihtiyacı ve Türkiye’nin bölgedeki konumu açısından özellikle nükleer santral projelerinin bir an önce tamamlanması elzemdir. Türkiye’nin neredeyse bütün (karadan ve denizden) komşuları (Rusya, Ukrayna, Ermenistan, Bulgaristan, İran) nükleer santrallere sahiptir. Türkiye’nin de nükleer santrala sahip olması, doğalgaz ihtiyacını azaltacağı gibi siyasî ağırlığını da arttıracaktır. Bu bağlamda önemli olan santral inşasının doğal afetlere karşı dayanıklı ve çevreye zarar vermeyecek şekilde son teknolojiler kullanılarak yapılmasıdır.
Netice itibarıyla siyasî alanda eskiden beri Doğu ile Batı arasında bir köprü vazifesi gören Türkiye, yeterince gaz ve petrol kaynaklarına sahip olmamasından kaynaklanan enerji alanındaki dezavantajlı konumuna rağmen izlediği akıllıca siyaset sayesinde enerji alanında da Doğu ile Batı’yı birbirine bağlayan ve her iki tarafın da ihtiyacını karşılayan ülke konumuna yükselmektedir.