RUSYA-ABD HATTINDA NELER OLUYOR?

Donald Trump’un ABD Başkanı seçilmesinden sonra Rusya ile ABD arasındaki gerginliğin sona ereceği ya da en azından dozunun azalacağı düşünülüyordu. Zira seçim sürecinde Trump, ABD’nin NATO’ya verdiği desteği azaltacağını, dış politikadan ziyade iç meselelerle uğraşacağını, hatta Kırım’ı Rusya’nın bir parçası olarak tanıyacağını açıklamıştı. Bütün bu meseleler son yıllarda Rusya ile ABD arasındaki münasebetleri olumsuz etkileyen hususlar olduğundan Trump’ım seçimleri kazanması, Rusya’da olumlu karşılanmıştı. Ancak şimdiye kadar taraflar arasında bir yumuşama yaşanmadığı gibi tam tersine gerginlik (en azından görünürde) artmakta, hatta yeni sorunlar eklenmektedir. Bu durumu tetikleyen çok sayıda sebep vardır. En başta göreve başlar başlamaz Trump’ın Rusya ile diyalog başlatması, Trump’ın ülke içerisindeki zor olan konumunu iyice sıkıntılı hâle getirecekti. Zira Trump, gerek seçim öncesinde gerekse de sonrasında Rusya’dan destek almakla, hatta “Kremlin’in ajanı” olmakla suçlandı. Bu suçlamaların gerçekle ilgisi olmamasına rağmen Amerikan kamuoyunun bir kısmı buna inanmaktadır. Böyle bir ortamda Trump’ın Rusya ile yakınlaşmaya gitmesi, bu yöndeki suçlamaları iyice arttıracaktı. İkinci sebep, ABD’nin demokratik yapısının gerek iç gerekse de dış politika konularında başkanın yetkisini kısıtlıyor olması, diğer bir deyişle başkanın tek başına karar alma mekanizmasının işlemesine izin verilmemesidir. Trump’ın kendisinin takımına aldığı yetkililerin bir kısmı ile Senato üyelerinin bir kısmı, Rusya’yı “düşman ve tehdit” olarak görmektedir. Dolayısıyla bu çevreler, Kremlin’in Batı karşısında adeta teslimiyetçi bir politika izleyen “Yeltsin dönemindeki konumuna çekilmeden” Rusya ile diyaloğu başlatmak ve ambargoları kaldırmak istememektedirler. Üçüncü sebep, ABD’nın Avrupa’daki müttefiklerinin Trump’ın Rusya ile yakınlaşmasını istememesidir. İşin ilginç tarafı Batı Avrupa ülkeleri de eski Varşova Paktı ülkeleri de Rusya’yı tehdit olarak görmeye devam etmekte ve ambargoların devam ettirilmesini savunmaktadırlar (diğer taraftan bu husus, enerji ihtiyaçlarının % 65’ini söz konusu “tehlikeli düşmandan” karşılamalarını engellememektedir). Trump’ın Suriye rejimine ait askerî üssü bombalaması, Esad’ı “hayvan” olarak adlandırıp Suriye sorununun müsebbibini de Esad’a destek veren Rusya’nın olduğunu açıklamasını da aslında yukarıda saydığımız sebeplerin zorunlu bir sonucu olarak nitelendirmek mümkündür. Bu adımla Trump, birkaç önemli sorununu da çözmüş oldu. Son günlerde “Kremlin ajanı” suçlamaları Amerikan kamuoyunun gündeminden düşerken Trump, ABD’nin Suriye meselesinde hâlâ önemli aktör olduğunu, daha doğrusu istediği zaman istediği şekilde bu meseleye dâhil olabileceğini gösterdi. Amerikan kamuoyunun desteğini alması ise (son hafta reytingleri arttı) Trump’ın bundan sonraki süreçte de aynı siyaseti devam ettirmek istemesine yol açabilir. Kaldı ki bu bağlamda yeni bir cephe - Kuzey Kore - dahi açılıp Trump da diğer Amerikan başkanları gibi dünyayı “önemli ve kötü tehditlerden koruyan” bir lider vasfını kazanmak isteyebilir. Bütün bu son gelişmelere Rusya açısından bakacak olursak Trump’ın Rus kamuoyununu hayal kırıklığına uğrattığını söylememiz gerekmektedir. Trump’ın seçilmesiyle birlikte Rusya’da neredeyse ambargoların kaldırılacağı konusu konuşulmaya başlanmıştı. ABD’nin son füze saldırısıyla ise Rusya’da sıcak çatışmalar dahi gündeme getirildi. Diğer bir deyişle Moskova, ABD’nin Suriye’ye “dönüşünden” rahatsız olmakta, elde ettiği avantajları kaybetmek istememektedir. Bu da buradaki konumunu kaybetmek istemeyen Moskova ile bölgeye dönüş yapan Washington’un mücadelesinin devam edeceğinin göstergesidir. Son günlerde Kuzey Kore’de yaşanan gelişmeler ise bu mücadelede yeni cephenin açılmasına sebep olabilir. Trump dâhil ABD yetkilileri, Moskova’nın “geleneksel dostu” olduğu “Kuzey Kore’yi şimdiden sözlü tehdide başladılar. Rusya ile ABD’nin günümüzde izledikleri dış politikalarının kolay kolay değişmeyeceği bir gerçektir. Belki gerçek anlamda III. Dünya Savaşı yaşanmayacaktır. Zira böyle bir savaş tarafların sahip oldukları askerî teknolojilerine bakıldığında dünyanın sonu anlamına gelecektir. Ancak rekabet ve mücadele tüm hızıyla devam edecektir. Çünkü mücadelenin sebepleri ve izlenen dış politikalardaki çıkar çatışmasının yanı sıra yönetimler de bu rekabet ve “düşmanlığa” ihtiyaç duymaktadırlar. Yukarıda Suriye’ye attığı füzelerin ve Rusya karşıtı açıklamaların, Trump’ı rahatlattığını belirttik. Kremlin için de aslında “dış düşmanın” varlığı, işine yaramaktadır. Böylece ülke içindeki ekonomik kriz ve diğer sorunlar unutturulmaya çalışılmakta ya da ikinci plana itilmektedir. Rusların gözünde zaten “Bolşevik İhtilali’nin de SSCB’nin yıkılışının da müsebbibi olan Batı’nın bu politikaları devam ettikçe ekonomik sıkıntıların bir önemi de olamaz”. Tek sorun, Rusya’nın bu rekabeti ne kadar devam ettirebileceği meselesidir. Enerji kaynakları satışından elde edilen gelirlerin büyük bir kısmının yalnızca askerî harcamalara ayrılması; Suriye ve Kırım operasyonları; Kuzey Kore, Belarus, Kırgızistan gibi ülkelere verilen maddî destek, kendisi de ekonomik sıkıntılar yaşayan Rusya’ya pahalıya mal olmaktadır. Kaldı ki, SSCB’nin yıkılışının da en önemli sebebi Soğuk Savaş ve bu savaş çerçevesinde izlenen siyasetti (askerî harcamaların yüksek olması, Doğu Bloku ülkelerinin maddî olarak desteklenmesi, Afganistan operasyonu vs.). Bir başka ortak nokta da ABD’nin gerek 1990’lı yıllarda gerekse de günümüzde petrol fiyatlarıyla oynamasıdır. Dolayısıyla Moskova açısından yeni bir Soğuk Savaş başlatması (devam ettirmesi) pek işine yaramamakta, “yeni tuzaklara” düşmemesi için de dikkatli olması gerekmektedir. ABD’nin son Suriye operasyonu ve Rusya ile yeni bir gerginlik yaşaması, Türkiye’nin gerek bölgedeki çıkarları gerekse de Ankara’nın her iki ülkeyle olan münasebetleri açısından önemli bir gelişmedir. Zira son dönemde Türkiye, Suriye’de önemli bir aktör hâline gelse ve birçok alanda Rusya ile mutabakata varsa da Suriye konusunda Rusya’ya fazla “bağlı hâle gelme” izlenimi vermeye başlamıştı. Şimdi ise her iki ülke açısından da ihtiyaç duyduğu ve her birinin kendi tarafına çekmek istediği ülke konumunda olacaktır. Bu süreç, Rusya’nın uçak krizi sırasında Türkiye’ye başlattığı yaptırımların kaldırılmasını hızlandırabileceği gibi Ankara-Washington hattındaki diyalog da Türkiye-AB münasebetlerini olumlu etkileyebilecektir. Diğer bir deyişle referandum gündeminden de kurtulan Ankara, coğrafik ve stratejik konumundan bir kez daha faydalanarak ve Rusya ile Batı’yı birbirine alternatif olarak görmeyerek her biriyle ayrı alanlarda işbirliği geliştirmeli, hatta özellikle Suriye konusunda taraflar arasında arabulucu rolü oynamalıdır. Zira her ne kadar Suriye meselesinde oyuncu sayısı fazla ve her birinin çıkarları farklı olsa da artık gerek bölgesel gerekse de küresel güçlerin savaşı sonlandırma konusunda ortak bir görüşe sahip oldukları kesindir. Suriye’de istikrarın sağlanması ise Türkiye’nin geleceği, Rusya-ABD münasebetleri ve dünya barışı açısından büyük önem arz etmektedr.