ANKARA-MOSKOVA MASASINDA 7 KRİTİK BAŞLIK

XXI. yüzyılın başından itibaren hızla gelişen ve adeta “stratejik işbirliği” seviyesine çıkan Türk-Rus münasebetleri, 2015’te yaşanan uçak krizi sonrasında 1990’lı yıllardaki seviyesine gerilemişti. 15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye’de meydana gelen darbe girişimi sırasında Moskova’nın bu olayı kınayan ilk ülkelerden biri olması ve ardından Türk tarafının başlattığı mektup diplomasisi taraflar arasında yeniden temasları başlatsa ve hatta taraflar kriz öncesindeki birçok projenin devam ettirilmesi konusunda mutabakata varsalar da somut adımların pek atılmadığı ve “iyileşme sürecinin” çok yavaş ilerlediği görüldü. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 3 Mayıs 2017’de gerçekleştirdiği Rusya ziyaretinin büyük önemi vardı. Ziyaret sırasında alınan kararlar, iki ülke yetkililerinin de söz konusu “normalleşme sürecinin” yavaş ilerlediğinin farkında olduklarını ve münasebetlerdeki sorunları bir an çözmek istediklerini göstermektedir. Bununla birlikte bütün sorunların geride kaldığını da söylemek mümkün değildir. Peki “uçak krizi” önceki dönemle kıyasla Türk-Rus münasebetleri ne seviyededir? En başta uçak krizi sonrasında yeniden başlatılan Türkiye vatandaşları için vize uygulaması devam etmektedir. Diğer bir deyişle uçak krizi öncesinde Türk vatandaşları Rusya’ya vizesiz giriş yaparken vize almak zorundadırlar. Eskiye kıyasla vizenin fiyatının arttığı da görülmektedir. Bununla birlikte “vize konusu”, münasebetlerdeki düzeyi göstermesi açısından önem arz etmektedir, zira özellikle Rusya gibi ülkelere vizesiz giriş, ikili ilişkilerdeki güvene işaret etmektedir. Şimdiye kadar da Rusya’dan yakında vizeleri kaldıracağına dair bir işaret gelmedi. Diğer taraftan geçtiğimiz haftalarda Türk yetkililerinin yaptıkları Rus vatandaşlarının Türkiye’ye pasaportsuz girebileceklerine dair açıklamalar da gerçekçi görülmemektedir. Zira bu husus, Rusya’nın özellikle Kafkasya bölgesinden birçok radikal İslamcının Türkiye üzerinden Suriye ve Orta Doğu’nun diğer savaş bölgelerine geçişini kolaylaştıracaktır. Rusya’nın Türk vatandaşlarına vize uygulamasını tekrar kaldırmak istememesi de aslında Orta Doğu’daki gelişmelerle yakından bağlantılıdır. ‘DOMATES SAVAŞLARI’ Kriz sonrasında zarar gören bir başka alan ticaretti. 2014’te iki ülke arasındaki ticaret hacmi yaklaşık 32 milyar dolar seviyesindeyken, 2016’da bu rakam 17 milyardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Soçi ziyareti sırasında Rus yetkililer, Türkiye’ye uygulanan yaptırımların büyük kısmının kaldırılacağını açıkladılar. Buna göre ticaret hacmi yavaş yavaş da olsa artacaktır ancak yine de özellikle son yıllarda bütün dünyada yaşanan ekonomik kriz dolayısıyla eski rakamlara ulaşması, zaman alacaktır. Herkesin merak ettiği konu ise diğer sebze meyvelerin ithalatına yeniden başlanmasına rağmen Rusya’nın “domatese” olan yaptırımın neden devam ettirdiği meselesidir. Domates, Rusya’da salatalık ile birlikte patatesten sonra en fazla tüketildiği sebzelerdendir. Bundan dolayı Rusya, Türkiye ile yaşadığı kriz sırasında bu ürünü başka ülkelerden ithal etmeye başladı, iş adamlarından başka pazarlara yönelmelerini istedi, seralarda domates üretimine yatırımlarda bulundu, uzun vadeli anlaşmalar yaptı. Dolayısıyla “domates yaptırımı”, siyasî içerikli olmadığı gibi, daha uzun süre devam edeceğine benzemektedir. Uçak krizinin zarar verdiği alanların başında müteahhitlik ile turizm de gelmektedir. Ancak 2017 yılı itibarıyla bu alanlarda hızlı gelişmeler yaşanmaktadır. Türk müteahhitleri Rus inşaat sektörüne, Rus turistleri ise Türk sahillerine dönmeye başladılar. Bunun da iki önemli açıklaması vardır. 2018’de Rusya’da yapılacak olan Dünya Futbol Şampiyonası’nın başlamasına yaklaşık bir yıl kaldı. Dolayısıyla Moskova, hızlı ve kaliteli iş yapan Türk inşaat şirketlerine ihtiyaç duymaktadır. Rus turistlerinin Türk sahillerine “dönüşü”nün sebebi ise aynı fiyat ve kalitede Türkiye’ye alternatif bulamamalarıdır. Yeni ilhak edilen Kırım sahilleri, Türkiye ile kıyasla kalite açısından çok daha düşük seviyede olduğu gibi fiyat açısından da çok daha pahalıdır. Aynı şeyi Rusların Türkiye’ye gelemedikleri 2016’da gittikleri Yunanistan ile İspanya için de söylemek mümkündür. Bundan dolayıdır ki 2017 Mayısında Türkiye, Rus turistlerinin en fazla tercih ettiği ülke oldu. Charter uçuşlarının yeniden başlatılması, THY ile Pegasus Hava Yolları’nın Rusya’ya yeni seferler başlatmaları da turizm alanında eski seviyeye ulaşılmasını hızlandıracaktır (2015’te 4 milyon, 2016’da 1 milyon Rus turist Türkiye’ye geldi). Önemli işbirliği alanlarından birini de şüphesiz enerji oluşturmaktadır. Türkiye, 2015-2016’da yaşanan krize rağmen hâlâ Rusya’nın en önemli gaz tedarikçilerinden biridir. İşin ilginç tarafı AB ülkeleri de Rusya’ya yaptırım uygulamalarına rağmen Rusya’dan enerji kaynakları almaya devam etmektedirler, Rusya-Türkiye arasında da kriz yılında Rusya gaz satışını durdurmadı. Bu da şüphesiz karşılıklı bağlılık ile ilgilidir. Türkiye’nin de AB’nin de Rusya’ya pek alternatifleri olmadığı gibi Rusya için de enerji kaynaklarının satışı, hayatî önem arz etmektedir. Türkiye ile Rusya’nın ortak projesi olan ve karşılıklı bağlılığı daha da arttıran Türk Akımı hattının inşasının 2019 sonuna kadar tamamlanacağı düşünülmektedir. Türk Akımı’nda şimdilik bir sorun görünmezken aynı şeyi Mersin Akkuyu’daki nükleer santral inşası için söylemek mümkün değildir. Zira çeşitli sebeplerden dolayı daha temel kazma çalışmaları dahi başlamış değildir. Ancak son zirve sırasında varılan mutabakattan da anlaşılacağı üzere taraflar projeyi hayata geçirme konusunda kararlıdırlar. Diğer bir deyişle uçak krizinin verdiği zararlar yavaş yavaş ortadan kaldırılmaktadır ancak münasebetlerin eski seviyesine çıkması zaman alacaktır. S-400’LER VE GÜVENLİ BÖLGE Yeni dönemde gündeme gelen konulardan biri de Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füzelerini satın alma meselesidir. Bu konu yalnızca Rusya ile Türkiye’de değil, Batı’da da konuşulmakta ve yakından izlenmektedir. Rus kamuoyunun bir kısmı, bu füzelerin daha yakın zamanda Rus uçağını düşüren Türkiye’ye satılmasına karşı çıkarken Rus uzmanlar, Türkiye’yi yeni pazar olarak, S-400’lerin Türkiye’ye satışını da NATO’yu zayıflatma olarak görmektedirler. Bununla birlikte S-400’lerin satışının gerçeklemesi çok kolay olmayacaktır. En büyük etkenlerden biri de şüphesiz Türkiye’nin, Batı ile münasebetlerinin seyri olacaktır. Son dönem Türk-Rus münasebetlerinin önemli gündem ve boyutunu şüphesiz Suriye sorunu oluşturmaktadır. Sorunun başlangıcında taraflar farklı cephelerde yer alsalar da günümüzde her iki ülke de sorunun bir an çözülmesini, haritada köklü değişiklikler olmadan ülkede istikrarın sağlanmasını savunmaktadırlar. Astana görüşmeleri de bu çabanın bir göstergesidir. Rusya, Türkiye ve İran önderliğinde yapılan Astana görüşmelerinin dördüncü toplantısında (3-4 Mayıs 2017) taraflar dört güvenli bölgenin (İdlib ile Lazkiye’nin kuzey kırsalı, Humus’un kuzeyi, Şam kırsalında Doğu Guta ile Şam’ın güneybatısında Kuneytra ve güneyde Ürdün sınırında Dera’da) oluşturulması konusunda mutabakata vardılar. Buna göre dört ayrı bölgede rejim ile muhalifler arasındaki çatışmalar sonlandırılacak, yalnızca DAEŞ ile El Nusra’ya karşı mücadele devam ettirilecek, söz konusu bölgelerin sınırlarında Rus, Türk ve İranlı askerler görev yapacak, sonraki gelişmelere göre söz konusu “güvenli bölgeler” genişletilecektir. “Güvenli bölgelerin” oluşturulması, bu bölgelerde su ve enerji dâhil olmak üzere bölgelerde altyapı tamir çalışmalarının başlatılmasını, iç ve dış göçmenlerin vatanlarına güvenli bir şekilde dönüşlerini sağlayacak, en önemlisi de ülkeyi barışa doğru biraz olsun yakınlaştıracaktır. Nitekim her ne kadar Suriye muhaliflerinin bir kısmı bu karara karşı çıksa da Rus ve Türk yetkililer, bu kararın Suriye sorununu yüzde 50 oranında çözeceği görüşündedirler. Esad rejimi, BM ve ABD’nin bu kararı desteklemeleri, hayata geçirilmesini kolaylaştıracaktır. Her ne kadar bölgelerin sınırları, kimin kontrolünde olacağı vb. konularda taraflar arasında görüşmeler sürse de Türkiye’nin, kendisi ile sınırı olan İdlib’in sorumluluğunu üstleneceği tahmin edilmektedir. Bu da zaten Ankara’nın Suriye politikasının temel hedeflerini oluşturuyordu. Diğer bir deyişle Ankara, Suriye ile sınırını güvene alabileceği gibi, buradaki Sünni nüfusu da korumuş olacaktır. Görüldüğü gibi Türkiye ile Rusya’nın Suriye konusunda gösterdikleri ortak çaba, ilk sonuçlarını vermeye başlayacağa benzemektedir. Nihai çözüm için ise daha fazla çabanın sarf edilmesi ve daha fazla aktörün katılımı gerekmektedir.