SURİYE'DE SONA YAKLAŞILIRKEN...

XXI. yüzyılın şimdiye kadar en büyük sorunu sayılabilecek Suriye Savaşı’nda sona yaklaşılmaktadır. Suriye’nin günümüzdeki durumuna ve geleceğine dair yapılan plan ve öngörülere bakılırsa bu savaşın neden yaşandığı ve hangi sorunu çözdüğü sorularına cevap vermek mümkün değildir. Zira, yerle bir edilen şehirler, tahrip olunan tarihî mekânlar, milyonlarla hesaplanan insan kaybı ve yapılan göçlerin dışında Suriye, aynı Suriye’dir. Suriye’ye müdahalenin ve yapılan savaşın sebebi, Beşar Esad idiyse Beşar Esad hâlâ iktidardadır. Suriye, seçimler yapılacak kadar istikrara kavuşuncaya kadar da onun devletin başında kalacağı kesindir. Sonrasında ise Orta Doğu’nun diğer liderleri gibi yargılanmayacak, muhtemelen hayatına Rusya’da devam edecektir. Savaşın sebebi, Esad değil de ülkenin demokratikleşmesi idiyse Suriye’de günümüzde en az ihtiyaç duyulan şey, demokrasidir. Kaldı ki, demokratik rejim kurulamadığı gibi önümüzdeki yıllarda da aynen Afganistan, Irak ve Orta Doğu’daki diğer ülkelerde olduğu gibi kurulması da beklenmemektedir. Krizin sonuna yaklaşıldığı hâlde terör sorunu da çözülmüş değildir. Yani günümüzdeki durum, savaşın bütün resmî gerekçelerini çürütmektedir. Peki bu savaş neden yapıldı? Askerî teknolojilerle nükleer silahların her geçen gün geliştiği bir ortamda üçüncü bir dünya savaşının yaşanması, dünyanın sonu anlamına geldiğinden dolayı artık dünya hâkimiyeti için mücadele veren ülkeler, rekabet ve mücadelelerini Suriye gibi bölgesel ülke ve sorunlar üzerinden yapmaktadırlar. Bu tür bölgesel savaşlar, ileri güçlerin yeni teknolojilerini sergileme ve denemesine imkân tanımakta, bu tür ülkelerde gündemi iç veya sorunlu meselelerden uzaklaştırmakta, siyasi ve ekonomik çıkarlarını bu şekilde gözetme imkânı sağlamaktadır. ABD, Avrupa ülkeleri, Rusya, İsrail ve başkalarının Suriye’de aniden birer düşman bularak hava operasyonları gerçekleştirmesini başka bir şekilde açıklamak mümkün değildir. İşin ilginç tarafı, krizi/savaşı başlatan ülkelerin günümüzde Suriye’de barışı tesis etme konusunda çaba gösteren güçler arasında olmamasıdır. ABD, AB ve Doğu Bloku’nun yıkılışından sonra kendisine uluslararası terörizm ile mücadeleyi yeni amaç edinen NATO, bugünkü barış görüşmelerinde yer almamaktadırlar. Bu görüşmeleri, ABD’nin bu tür dış müdahalelerine en fazla karşı çıkan Rusya, Suriye halkı ile birlikte bu savaştan en fazla zarar gören Türkiye ve Suriye’deki Arap Baharı’nın gerçekleştiği takdirde sıranın kendisine gelebileceğini düşünen İran yürütmektedir. Adı geçen üç ülke, farklı din, dil, etnik kimlik, kültür ve medeniyete ve en önemlisi de Suriye ve genel olarak bölgede farklı çıkarlara sahip olmalarına rağmen çabalarını Suriye barışı için birleştirmiş bulunmaktadırlar. Suriye’de barış tesis edildiği takdirde bu şüphesiz Moskova, Ankara ve Tahran’ın başarısı olacaktır. Bu husus, aynı zamanda bu üç ülkenin bölgedeki prestijini de arttıracaktır. Her savaşın kazananları ve kaybedenleri vardır. Suriye Savaşı da bu bağlamda bir istisna değildir. Savaşın en büyük kaybedeni şüphesiz, Suriye Devleti ve halkıdır. Tüm sorunlara rağmen Suriye, savaşın başladığı 2012 yılına kadar aynen Türkiye ve İran gibi gelişen ekonomiye sahip bölgenin önemli ülkesiydi. Bölge ülkeleriyle geliştirdiği ticarî münasebetler, Rusya’dan aldığı askerî teknolojiler, kendi ihtiyacını karşılayabilecek miktarda sahip olduğu enerji kaynaklar, turistlerin ilgisini çeken tarihî mekânlar, ülkeyi bölgenin önemli güçlerinden biri hâline getiriyordu. 2012’de başlayan savaş ise Suriye’ye büyük bir darbe vurdu, ülkenin gelişimini en az 50 yıl gerisine götürdü. Barış sağlansa dahi sanayi, tarım ve turizm alanlarının yeniden canlanması, zaman alacaktır. İnsan kaybı ve yaşanan göç trajedisi ise II. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan en acı olaydır. Üç milyondan fazla göçmene kapılarını açan Türkiye’yi de kaybedenler arasına dâhil etmek gerekmektedir. Suriye’den sonra savaşın yankıları en fazla Türkiye’de hissedildi. Ayrıca bu süreçte düşürülen Rus uçağı da Türkiye ekonomisine büyük zarar verdi. Her ne kadar son aylarda ekonomik işbirliği yeniden çok yönlü gelişmeye başlasa da karşılıklı güvenin yeniden sağlanması pek kolay olmayacaktır. Suriye’deki “birliktelik” ise daha çok karşılıklı çıkara dayalı bir birlikteliktir. Savaşın bir başka kaybedeni ise ABD oldu. Sorunun baş müsebbibi olan ve krizi başlatan ABD, hiçbir resmî amacına ulaşamadığı gibi bir süre sonra alanı başka oyunculara bırakmak zorunda kaldı. Irak müdahalesi ve ardından yaşanan ekonomik kriz, ABD’nin tek kutuplu dünya düzenini inşa sürecini nasıl yok ettiyse Suriye krizi de ABD’nin sorunları çözme konusundaki isteksizliğini ve belki de güçsüzlüğünü ortaya koydu. Bunların da ötesinde artık ABD yanlısı ülkeler dahi artık renkli devrimlerle çeşitli baharların demokrasi ve istikrar getirmeyeceğini anlamış olmalıdırlar. Bu husus, bundan sonraki süreçte benzer olayların yaşanmasını zorlaştıracak ve dolayısıyla kendi hâkimiyetini yayma konusunda ABD’yi elindeki bu kozundan mahrum bırakacaktır. Süreci başlatıp yarıda bırakması, bölgedeki farklı güçlerin ABD’ye olan güvenini de sarsacaktır. Savaşın kaybedenleri arasında Avrupa Birliği ile Birleşmiş Milletler de yer almaktadır. AB, Suriye krizindeki etkisizliği ile uluslararası arenada ABD ve Rusya’nın ardından üçüncü bir merkezi/gücü oluşturamayacağını bir kez daha göstermiş oldu. Son yıllarda varlığı ve yapısı sıkça sorgulanmaya başlanan BM için de aynı şey söylemek mümkündür. Üçüncü bir dünya savaşının çıkmaması ve dünyada barış ve istikrarın sağlanması için kurulan BM, Suriye krizinde de diğer diğer krizler karşısında olduğu gibi sessiz ve çaresiz kaldı. Ukrayna’yı da savaşın kaybedenleri arasına dâhil etmek mümkündür. Zira, Suriye’dekine benzer bir trajedi daha küçük çapta da olsa Ukrayna’da yaşanmaktadır. Ancak Suriye’deki olaylar, Ukrayna’daki gelişmeleri gölgede bıraktı ve uluslararası kamuoyunun dikkatlerini Ukrayna’dan uzaklaştırdı. Suriye savaşının en büyük galibi ise Rusya oldu. Arap Baharı sonrasında bölgede etkisi azalan Moskova, Suriye’ye müdahale ile birlikte bölgede etkili bir güç olduğunu göstermiş oldu. Moskova, Esad’ı sonuna kadar savunarak bölge ülkeleri için güvenilir bir ortak, hatta ABD’ye alternatif olabileceği mesajını verdi. Savaş öncesinde gayriresmî statüde kullandığı Tartus askerî üssü, Rusya’nın bu ülkedeki resmî üssü hâline gelirken, Moskova bir üsse (Hmeymim) daha sahip oldu. Bunun dışında Kremlin savaş sırasında kullandığı ve sergilediği teknolojiler için yeni müşteriler buldu. ABD’nin geleneksel müşterileri olan Irak ile S. Arabistan dahi Rus teknolojilerine olan ilgilerini açıkladılar. Suriye Savaşı dolayısıyla Kırım konusunun unutulması da Kremlin’in işine yaradı. Bunun dışında Vladimir Putin, Suriye konusunu 2018 devlet başkanlığı seçim sürecinde de bir başarı olarak sunacak ve ülke içerisindeki ekonomik krizi gündem dışı bırakmaya çalışacaktır. Galipler arasına İran’ı da dâhil etmek gerekmektedir. İran, bir kez daha gerek Suriye’de gerekse de genel olarak Orta Doğu’da etkin bir güç olduğunu göstermiş oldu. Bu husus, hem Tahran’ın Suudi Arabistan ile rekabeti hem de yeniden alevlenmekte olan ABD-İran krizi açısından önem arz etmektedir. Bu bağlamda S. Arabistan’ın Katar krizini kendi açısından başarıyla yönetememesi, ABD’nin de Suriye’de ikinci planda kalması, İran’ın ise her iki konuda da aktif ve kendi açısından başarılı olması, İran’ın gücünü pekiştirmiş bulunmaktadır. Ancak İran’ın bu kadar güçlenmesi, ABD ve S. Arabistan’ın yanı sıra İsrail ve bölgedeki diğer Sünni ülkeleri de rahatsız etmektedir. Dolayısıyla bölgede, Suriye Savaşı’ndan daha büyük bir krizin ortaya çıkması, maalesef şaşırtıcı olmayacaktır. Diğer taraftan Suriye’de tamamen istikrarın sağlanması için de Moskova-Ankara-Tahran hattının çabalarını devam ettirmesi gerekmektedir. Bu bağlamda özellikle Suriye Halkları Kongresi’ni gerçekleştirmek ve alınan / alınacak kararları herşeye rağmen ABD’ye kabul ettirmek önem arz etmektedir.