XXI. YÜZYILDA KRİZLERİ TETİKLEYEN BEŞ KRİTİK BAŞLIK
Günümüzde yaşanan olaylar, son yıllarda uluslararası ilişkilerin bundan daha birkaç yıl öncesinden dahi çok farklı yürütüldüğünü göstermektedir. Soğuk Savaş ve onunla birlikte iki kutuplu dünya düzeni, SSCB ve Doğu Bloku’nun yıkılmasıyla sona erse de XXI. yüzyılda benzer rekabet, Rusya - ABD arasında özellikle bölgesel meselelerde devam etmektedir. Ukrayna sorunu, Suriye krizi, bunun en önemli göstergesidir. Soğuk Savaş döneminden farkı, küresel ve bölgesel güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda farklı meselelerde farklı tutumlar sergilemeleridir. Örneğin Ankara, Kırım krizinde Batı ile benzer görüşü paylaşırken Suriye konusunda Rusya ile birlikte hareket edebilmektedir.
Son olaylardan çıkardığımız önemli sonuçlardan biri de siyasi anlamda Rusya ile ABD’nin dışında başka önemli bir gücün olmayışıdır. AB ve Çin, daha çok birer ekonomik güç olarak karşımıza çıkmakta ve AB, ABD’den; Çin de Rusya’dan bağımsız bir şekilde tek başlarına hareket etmemekte, sorunlu meselelerde liderliği üstlenmemektedirler. Diğer bir deyişle gerek AB gerekse de Çin, siyasi anlamda gölgede kalmakta, ön plana ekonomiyi çıkartmaktadırlar. Bu bağlamda Rusya’nın Vladimir Putin döneminde tekrar güçlenerek daha aktif bir politika izlemesinin önemi artmaktadır. Günümüzde ABD ile Rusya’dan tamamen eşit iki güç olarak bahsetmek mümkün olmazsa da birbirlerini dengelemeleri, uluslararası sistemin iyice çıkmaza girmesini engellemektedir. Alternatifin olmaması, hâkim gücün daha radikal siyaset izlemesine yol açabilir.
Yeni dönem uluslararası sistemin bir başka yeniliği ise başta BM olmak üzere uluslararası kuruluşların öneminin azalmasıdır. II. Dünya Savaşı sonrasında dünyada barışın sağlanması için kurulan BM, günümüzde değil savaşları engellemeyi, arabulucu olmayı dahi başaramamaktadır. Dışarıdan desteklenen renkli devrimlerle referandumlar, uluslararası terör, askerî müdahaleler, etnik çatışmalar gibi yeni dönemin barışı tehdit eden yeni araçlara karşı BM sessiz kaldığı gibi açlık ve benzeri insanî trajedilerin çözümünde dahi fazla çaba sarf etmemektedir. Bunu, diğer küresel ve bölgesel örgütler için de söylemek mümkündür. Suriye krizinin de gösterdiği gibi örgütlerin bu misyonunu, günümüzde bölgesel güçler üstlenmektedir. Örgütler ise adeta ayrı ülkelerin kontrolü altında bulunmaktadır. Diğer bir deyişle ülkeler, üye oldukları örgütleri daha çok kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışmaktadırlar. Hem bu husus hem de üye ülkelerin çıkarlarının çakışması, örgütlerin işlevini olumsuz etkilemektedir.
Yeni dönemin önemli özelliklerinden biri de ülkelerin silahlanmaya devam etmeleridir. Dünyanın önde gelen ülkeleri de açlıkla boğuşan devletler de en fazla bütçeyi askerî alana ayırmaktadırlar. Bu bağlamda Rusya ile ABD arasında silah pazarı için yaşanan rekabet de kızışmaktadır. Soğuk Savaş döneminde silah pazarı kesin hatlarla paylaşıldıysa günümüzde iki ülke birbirlerinin “müşterilerini” kendi taraflarına çekme konusunda da çeşitli adımlar atmaktadırlar. Rusya’nın S-400’leri ile Türkiye, Suudi Arabistan ve Hindistan’ın ilgilenmesi, buna iyi bir örnek teşkil etmektedir.
Nükleer silaha sahip ülkelerin sayısı da her geçen gün artmaktadır. Özellikle Kuzey Kore, İsrail, İran gibi ülkelerin nükleer silahlara sahip olması veya bu alanda çalışmalar yapması, uluslararası çapta bir endişeye yol açsa da diğer taraftan nükleer silahlar ilginç bir şekilde askerî çatışmaların sayısının artmasını engellemektedir. Örneğin Kore, nükleer silahlara sahip olmasaydı buraya çoktandır askerî operasyon gerçekleştirilmiş olurdu. Bundan dolayı artık bütün ülkeler nükleer silahı, “güvencelerinin garantisi” olarak görmekte ve bunu elde etmek için çalışmaktadırlar. Önümüzdeki yıllarda nükleer güçlerin sayısı şüphesiz artacaktır. Diğer taraftan yeni teknolojiler geliştirildikçe büyük çapta savaşın (III. Dünya Savaşı gibi) yaşanma ihtimali azalmaktadır. Zira böyle bir savaş, dünyanın sonunu getirecektir. Ancak bu, yeni çatışma alanlarının olmayacağı anlamına gelmemektedir. Tam tersine küresel güçler mücadeleyi bölgesel meseleler üzerinden yürütmektedirler. Silahlanma yarışı ve nükleer güç olma çabasının yanı sıra bu alandaki bir başka uygulama da Rusya ile NATO’nun karşılıklı olarak birbirlerinin sınırlarına füze radar sistemleri yerleştirmeleridir.
Özellikle ABD’nin BM’yi devre dışı bırakarak farklı coğrafyalara askerî müdahalesi ve Rusya’nın Kırım’ı ilhakı, uluslararası düzenin, uygulamaların, nispeten iyi işleyen anlaşmaların bozulmasına yol açmaktadır. Dolayısıyla I. ve II. Dünya Savaşı sonrasında son hâlini alan sınırlar ve dünya düzenini belirleyen anlaşmalar, günümüzde tehdit altındadır.
Günümüzde uluslararası ilişkileri zorlaştıran konulardan biri de büyükelçilik müessesesinin gittikçe devre dışı bırakılıyor olmasıdır. Eskisiyle kıyasla doğrudan liderler arasında telefon trafiği daha yoğun işlemektedir. Bu husus, sorunlara hemen müdahale etme şansı tanıdığı gibi ani ve sert kararların alınmasına da yol açabilmektedir. Büyükelçi ve genel olarak diplomatlar, gittikçe sıradan memur hâline gelmektedirler. Yine bu konuya bağlı olarak siyasetçilerin dış politikada eskisiyle kıyasla karşılıklı olarak daha sert açıklamalarda bulunduklarını da söylemek gerekmektedir. Bu da münasebetlerin daha hızlı değişimine yol açmaktadır. İlginç bir şekilde ülkeler arasındaki “normalleşmeler” de daha hızlı gerçekleşmektedir. Türkiye’nin Rusya ve AB ile yaşadığı kısa süreli krizlerin çok geçmeden geride kalması, bunun iyi birer örneğini teşkil etmektedir.
Uluslararası ilişkilerde büyükelçiliklerin rolü azalırken devlet başkanı ve dışişleri bakanlarının sözcülerinin önemi artmaktadır. Artık liderlerin adları kadar onların isimleri de sıkça zikredilmekte ve sözcüler, özellikle sosyal medyadan yakından takip edilmektedirler. Uluslararası ilişkilerde rolü artan bir başka müessese, basın-yayındır. Liderlerin yurtdışı ziyaretleri sırasında kendilerine onlarca gazeteci refakat ettiği gibi liderlerin önde gelen uluslararası yayın organlarında yazılarını yayımlatmaları, röportaj vermeleri, gittikçe yaygınlaşan bir uygulamadır. Vladimir Putin’in dünyaca ünlü yönetmen Oliver Stone’ye günlerce röportaj vermesi ve bunun belgesele dönüştürülmesi, Kırım meselesi dolayısıyla adeta siyasi izolasyonda bulunan Rusya’nın kendi sesini dünyaya duyurması için iyi bir fırsattır. Önde gelen diğer devlet adamları da basın yayını ve sosyal medyayı aktif olarak kullanmaktadırlar.
İşin ilginç tarafı, bunları yalnızca siyasiler değil, günümüz dünyasının önemli tehdidi olan uluslararası teröristler de aktif olarak kullanarak hem kendi örgütlerinin adlarını duyurmakta hem de insanların korku ve paniğe kapılmalarını sağlamaya çalışmaktadırlar. Günümüzdeki terör örgütleri hem yapıları hem de faaliyet alanı itibarıyla küresel mahiyet kazanmaktadırlar. DAEŞ gibi örgütün içerisinde Avrupalı herhangi bir ülkenin vatandaşı da Orta Doğu ülkesinin vatandaşları da yer almaktadır. Yine bir örgüt, artık dünyanın dört bir tarafında terör faaliyetleri gerçekleştirebilmektedir. Terör örgütleri, ileri teknolojiler kullandıklarından ve küresel dünyanın bütün nimetlerinden yararlandıklarından dolayı bunlarla mücadele etmek, gittikçe zorlaşmaktadır. Bu mücadeleyi zorlaştıran bir başka husus, ülkelerin terör örgütleri ile ilgili farklı görüşlere sahip olmasıdır. Örneğin yıllardır Türkiye’de yüzlerce insanın hayatını kaybetmesine sebep olan PKK ve çeşitli uzantıları, Ankara’nın müttefik ya da stratejik ortak olarak gördüğü bazı ülkeler tarafından dahi terör örgütü olarak ilan edilmemekte, tam tersine desteklenmektedir. Teröristlerin safına devamlı katılımların olmasında günümüz dünyasının bir başka önemli özelliği olan bütün ülkelerde giderek artan işsizliğin etkisi büyüktür.
Yeni dönemin özelliklerinden biri de zengin-fakir uçurumunun giderek artmasıdır. En zengin 8 milyarder, dünya nüfusunun varlığının yarısına eşit bir serveti kontrol etmektedir. Bunun da neticelerinden biri açlık çeken ve açlık sınırında yaşayan nüfusun giderek artmasıdır. Suudi Arabistan’dan dahi daha büyük petrol rezervlerine sahip Venezuela’nın açlık ve sefaletle boğuşması, bu durumun özetidir.
1991’de Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’nun yıkılması neticesinde Soğuk Savaş sona erdiğinde uluslararası kamuoyu rahatlayıp birçok küresel sorunun geride kaldığı düşünülse de XXI. yüzyılda dünya daha istikrarlı bir hâl almadı. Yukarıda verdiğimiz örneklerden de görüleceği üzere eski sorunlar günümüze taşındığı gibi bunlara çok sayıda yenisi de eklenmiş oldu. Uluslararası örgütlerin gittikçe etkisini kaybetmesi ve uluslararası hukuk ve anlaşmaların ihlal edilmeye başlanması, bu sorunların çözümünü zorlaştırmakta ve uluslararası düzeni daha karmaşık hâle getirmektedir.