RUSYA’DAN DİKKATLİ OLMA ÇAĞIRISI

Vladimir Putin Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Çev. İlyas Kemaloğlu Günümüzde dünyada olup bitenler ve özellikle de Suriye’deki olaylar ve etrafındaki gelişmeler, beni doğrudan Amerikan vatandaşları ve siyaset adamlarına çağrıda bulunmaya itti. Rus ve Amerikan toplumları arasında iletişim eksikliğinin yaşandığı bir ortamda bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Şunu da hatırlatmak isterim ki, iki ülke arasındaki münasebetlerin gelişimi açısından geçmişte çok farklı dönemlerden geçilmiştir. Bizler, Soğuk Savaş döneminde karşı karşıya geldik. Ancak biz, müttefik de olmuştuk ve II. Dünya Savaşı sırasında Faşizm’i birlikte yendik. Ve işte bu savaşın neticesinde büyük trajedilerin yaşanmasını engellemek için Birleşmiş Milletler gibi uluslararası bir örgüt kurulmuştu. BM kurucuları, savaş ve barış ile ilgili kaderleri belirleyen kararların oy birliğiyle alınması gerektiğini anlıyorlardı ve ABD’nin isteğiyle BM Tüzüğü’nde BM daimi üyelerine veto hakkı tanınmıştır. Bunda çok derin bir anlam yatmaktadır ki, bu husus, uluslararası ilişkilerin on yıllardır nispeten sabit bir şekilde gelişmesini sağlamaktadır. Kimse BM’nin, Milletler Cemiyeti’nin kaderini paylaşmasını istememektedir. Bu cemiyet, uluslararası duruma etki eden gerçek araçların olmamasından dolayı dağılmıştı. Etkili güçler BM devre dışı bırakılarak ve BM’nin yaptırımları olmadan askerî güç kullandıkları takdirde BM’nin dağılması da mümkündür. Şunu da belirtmek isterdim ki birçok ülkenin ve başta Papa olmak üzere önemli siyasi ve din adamlarının ciddi ve sivri muhalefetine rağmen ABD’nin Suriye’ye vurmak istediği darbe, ancak masum insanların ölümüne, gerginliğin tırmanmasına ve bu olayların Suriye’nin dışına taşmasına yol açabilir. Baskı ve terörün yeni dalgasının artması kaçınılmazdır. Füze ve bomba saldırısı, İran’ın nükleer sorunu ve Arap-İsrail sorununun çözümüne dair çok yönlü çabalara da zarar verebilir, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki durumun daha da kötüleşmesine yol açabilir. Bu da uluslararası sistem ile dünya düzenindeki dengelerin değişimine yol açabilir. Şunu da anlamalıyız, günümüzde Suriye’de demokrasinin kurulması için mücadele değil, farklı dinî grupların yaşadığı ülkede hükümet ile muhalefet arasında yapılan askerî mücadele söz konusudur. Demokrasi yanlılarının sayısı fazla değildir. Ancak muhalefetin tarafında her çeşitten aşırıcı unsurlar ile el-Kaidecilerin sayısı yeterlidir. Kaldı ki ABD Dışişleri Bakanlığı, muhaliflerin tarafında savaşan Cabhat al-Nusra ve Irak ve Levant İslam Devleti gibi örgütleri, terör örgütü olarak kabul etmişti. Muhaliflere dışarıdan silah teslimatının yapıldığı iç mücadele, dünyadaki en kanlı savaşlardan biri hâline gelmiştir. Suriye’de yalnızca Arap ülkelerinden değil Batı ülkeleri, hatta Rusya’dan da yüzlerce paralı askerin savaşması da tedirgin etmektedir. Tecrübe kazanan bu haydutların daha sonra bizim ülkelerde de aynı şeyi yapmak istemeyeceklerini kimi garanti edebilecektir ki, Libya’daki olaylar sonrası Mali’de böyle bir durum söz konusuydu. Bu hepimiz için gerçek bir tehdittir. Boston maratonu sırasındaki korkunç trajedi, bir kez daha bunu doğrulamaktadır. Rusya baştan beri ülkenin geleceği ile ilgili kararın Suriyeliler tarafından verilmesini öngören barışçıl diyalog taraftarı olmuştur. Bunu yaparken de biz, Suriye Hükümeti’ni değil uluslararası hukuku destekliyoruz. Daima BM Güvenlik Konseyi’nin bütün imkânlarının kullanılması gerektiğini vurguluyoruz. Günümüz karmaşık ve çalkantılı dünyamızda kanunî düzenin korunması, uluslararası ilişkilerin kaosa dönüşmesini engelleyen nadir araçlardan biridir. Kanun, kanun olarak kalmaktadır. Kanunlara da bunların birilerinin hoşuna gidip gitmeyeceğine bakılmaksızın her zaman uymak gerekmektedir. Mevcut uluslararası hukuk, ancak iki durumda güç kullanımını öngörmektedir: birincisi savunma amacıyla, ikincisi de BM kararıyla. Geriye kalan her şey, BM Tüzüğünce mümkün değildir ve saldırı olarak nitelendirilmektedir. Kimse Suriye’de kimyasal silahın kullanıldığından şüphe etmemektedir. Ancak bunu Suriye ordusunun değil de muhalif güçlerin kullanıldığını ileri sürmek için de yeterince sebep vardır. Amaç, dışarıdan güçlü hamilerin müdahalesini sağlamak. Ve böyle bir durumda da söz konusu güçler, köktencilerin tarafında olmuş olacaklardır. Bu bağlamda gerillacıların İsrail’e karşı kimyasal saldırı hazırladıklarına dair haberler de dikkat çekicidir. ABD’nin farklı ülkelerdeki iç sorunlara askerî müdahale yapmalarının ABD için alışılagelmiş bir duruma geliyor olması da tedirgin etmektedir. İster istemez şu soruyu sormak gerekmektedir: bütün bunlar ABD’nin uzun vadeli çıkarlarına hizmet etmekte midir? Şüphe duyuyorum. Çünkü yeryüzündeki milyonlarca insan ABD’yi demokrasi örneği olarak değil “Bizimle olmayan, bize karşıdır” sloganını kullanan ve yalnızca kaba güce dayanan bir oyuncu olarak algılamaktadır. Güç kullanımı, tesirsiz ve anlamsız olduğunu göstermişti. Afganistan çalkalanmaktadır. Kimse de uluslararası güçlerin çıkartılmasından sonra orada ne olacağını söyleyemiyor. Libya, kabile ve klanların etki alanlarına göre bölünmüş durumdadır. Irak’da iç savaş devam etmekte ve her gün onlarca insan ölmektedir. ABD’nin içerisinde dahi Irak ile Suriye arasında benzerlikler gösterilmekte ve bu bağlamda da yakın geçmişte yapılan hataları neden tekrarlamak gerekmektedir? sorusu sorulmaktadır. Askerî müdahaleler, en modern silahlarının kullanımı ile yapılan bombardımanın dahi sivil nüfus arasında da ölümlere yol açacağını göstermiştir. En başta da yaşlılarla çocuklar zarar görmektedir ki güya söz konusu müdahaleler ile onların hayatı kurtarılmaya çalışılmaktadır. Bu tür askerî müdahaleler, dünyada doğal olarak bir kanıya varılmasına neden olmaktadır: eğer uluslararası hukuka güvenilemiyorsa güvenliğin sağlanması için başka yollara başvurulmalıdır. Ve neticede her geçen gün gittikçe daha fazla ülke, kitle imha silahlarını elde etmek için çaba sarf etmektedir. Çok basit bir mantık işlemektedir: “Sende bomba varsa sana dokunulmayacaktır.” Yani sözde kitle imha silahların yayılmasının engellenmesi gündeme getirilirken fiiliyatta tam tersi olmaktadır. Güç dilini kullanmayı bırakıp, sorunları medeni, siyasi-diplomatik yollarla çözme yoluna dönmeliyiz. Son günlerde askerî müdahale olmadan Suriye sorununu çözme imkânı ortaya çıkmıştır. Suriye Hükümeti, kimyasal silahlarının üzerinde uluslararası kontrolün sağlanmasını ve daha sonra yok edilmesini kabul etmiştir. ABD, Rusya ve uluslararası topluluğun diğer üyeleri, bu teklifi değerlendirmelidirler. ABD Başkanı Barack Obama’nın açıklamaları, ABD’nin bunu güç kullanımından alıkoyacak belli bir alternatif olarak gördüğüne işaret etmektedir. ABD liderinin Rusya ile diyaloğu devam ettirmesine yönelik tutumunu da alkışlıyorum. Biz çoktan beri ortak çalışma yapmayı teklif ediyorduk. Şimdi de ortak çabalarla bu umut ışığı söndürmememiz son derece büyük önem arz etmektedir ki, Lough Erne’deki G-8 Zirvesi’nde meseleyi görüşmeler sürecine aktarma konusunda mutabık kalmıştık. Suriye’ye karşı güç kullanımından kaçındığımız takdirde genel olarak uluslararası ilişkilerdeki havayı kökten değiştirir ve karşılıklı güveni arttırırız. Bu bizim ortak başarımız olacaktır ki, bu başarı günümüzün başka sorunları konusunda da işbirliği perspektifimizi arttıracaktır. Son olarak şunları belirtmek isterim. Başkan Barack Obama ile aramızda güvene dair iş ve özel ilişkiler kurulmaktadır. Ben buna değer veriyorum. Onun 10 Eylül’deki Ulusa Sesleniş konuşmasını dikkatlice okudum ve bir kilit ve temel bir meseleyle ilgili birkaç söz söylemek istiyorum. ABD Başkanı konuşmasında Amerikan milletinin “istisnalığı”nı temellendirmeye çalışmıştır. Obama, ABD’nin politikasının Amerika’yı diğerlerinden farklı kıldığını ve bunun ABD’yi özel kıldığını belirtmektedir. Niyetleri ne olursa olsun insanların kafalarına istisna ile ilgili düşüncelerin sokulmasının çok tehlikeli bir şey olduğunu düşünüyorum. Dünyada büyük ve küçük, zengin ve fakir, eskiden beri demokratik değerlere sahip olan ve demokrasinin yolunu yeni yeni keşfetmeye başlayan ülkeler mevcuttur. Ve dolayısıyla da herkes farklı bir politika izlemektedir. Hepimiz farklıyız, ancak Tanrı’dan bizleri korumasını istediğimizde şunu da unutmamalıyız ki, Tanrı bizi hepimizi eşit yaratmıştır. [1] Bu makale Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından The New York Times için özel yazılıştır: Vladimir Putin, “A Plea for Caution From Russia”, The New York Times, 11.09.2013. Makale, Türkçeye ORSAM Avrasya Danışmanı Doç. Dr. İlyas Kemaloğlu tarafından makalenin Rusça versiyonundan tercüme edilmiştir. Rusçası için bkz. “Prizıv Ostorojnosti İz Rossii”, 12.09.2013, http://www.inosmi.ru/russia/20130912/212873140.html