SOÇİ'DEKİ ZİRVE'NİN ARDINDAN
Soçi’deki zirvenin ardından bir haftadan fazla süre geçmesine rağmen zirveden çıkan sonuçlar pek dile getirilmediği gibi bundan sonraki süreçle ilgili de bir öngörü yapılmamaktadır. Söz konusu sessizliğin birkaç önemli açıklaması vardır. En başta zirve, Türkiye’nin kendi güvenliği açısından son derece büyük önem arz eden Zeytin Dalı Harekâtı’nın gölgesinde kaldı. Her ne kadar bu harekât, zirvenin işleyişini etkilemediyse de uluslararası kamuoyunun dikkatleri zirveden ziyade harekâtın üzerinde yoğunlaştı. Soçi’deki zirveyle aynı gün ABD’nin Başbakan Dmitriy Medvedev’in de dâhil olduğu Rus devlet ve işadamlarına yönelik yaptırım listesini açıklaması, Rusya-ABD gerginliğini en üst seviyeye ulaştırdı. Bu konu da uluslararası kamuoyu tarafından Soçi’deki zirveden daha öncelikli olarak görüldü. Bütün bunlardan dolayı zirve öncesindeki heyecanı zirve sırasında ve sonrasında görmek mümkün değildi.
Peki zirvede ne tür kararlar alındı ve bu zirvenin Suriye’ye barış getirme sürecindeki katkısı nedir? Zirvenin başlıca üç başarısından söz etmek mümkündür. Birincisi, düne kadar hep sahada ve belki de ellerinde silahla karşı karşıya gelen kimselerin ortak amaç çerçevesinde masa etrafında bir araya gelmesidir. Bu bile tek başına önemli bir başarı olarak nitelendirilebilir. Zirve sırasında Suriye’nin geleceğini belirleyecek ve ülkede barışı sağlayacak anayasanın oluşturulması için anayasa komisyonun kurulmuş olması da şüphesiz önemli bir gelişmedir. Üçüncü başarı da bu zirvenin ve alınan bu kararın Cenevre’deki görüşmeler için itici bir güç olmasıdır. Nitekim her ne kadar Soçi görüşmeleri ve zirvesi, Rusya, Türkiye ve İran’ın inisiyatifi ve çabalarının bir sonucu ve aynı zamanda başarısı olsa da, bunlar Cenevre’deki görüşmelere alternatif olarak değil, bu görüşmeleri tamamlayıcı olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla toplantının yapılmış ve bu kadar çok geniş katılımlı olması dahi mevcut şartlarda tek başına önemli bir gelişmedir.
Bununla birlikte zirveden beklentiler şüphesiz daha fazlaydı. Ancak bu başarının önünde de bir takım engeller mevcuttur. Belirtildiği gibi Suriye’nin farklı siyasi, dinî ve etnik grupların temsilcisi olan 1600 delegenin bir araya getirilmesi kolay bir iş değildir. Aslında bu kadar geniş katılımlı toplantıdan daha büyük sonuçların çıkmasını da beklemek doğru değildir. Zira 1600 delege, aynı sayıda farklı görüş anlamına gelmektedir. Toplantı öncesinde bazı çevreler, anayasanın kabul edilebileceğini dahi dile getiriyordu. Burada muhtemelen Rusya’nın hazırladığı bir temel çalışma kastediliyordu. Ancak dışarıdan dayatılacak bir anayasanın kabulünün Suriye’ye bir faydası olmayacağı gibi, bir gün içerisinde bunun kabulü de mümkün değildir. Dolayısıyla mevcut şartlarda anayasa çalışma komisyonun kurulmuş olması bile iyi bir sonuç olarak kabul edilmelidir. Nitekim kurulan komisyon, çalışmalarını başarılı bir şekilde yürüttüğü takdirde zirveden çıkan sonuç, daha anlamlı olacaktır.
Diğer taraftan zirvenin daha başarılı olma ihtimali de şüphesiz vardı. En başta zirveye bütün muhaliflerin (terörle bağlantısı olmayan) katılmadığı bilinmektedir. Bunların bir kısmı, davet edilmemiş, bir kısmı ise farklı sebepler ileri sürerek zirveyi protesto ettiğini açıklamıştır. Bu bağlamda söz konusu farklı güçler üzerinde etkin olan dış güçlerin de bu gruplar üzerinde katılım konusunda baskı yapması gerekirdi. Ancak bu olmadığı gibi başta ABD olmak üzere dış güçlerin kendileri de zirvenin başarılı olmasını kabul edecek durumda değillerdir. Zirvenin daha başarılı olması, Rusya, Türkiye ve İran’ın da başarısı olarak nitelendirilecek ve bu ülkelerin bölgedeki etkilerinin artması anlamına gelecekti. Bunu istemeyen ülkelerin sayısı az değildir. Dolayısıyla muhalefetten katılımın tam olmaması, büyük sorun teşkil etmektedir. Zira bu husus, bundan sonraki süreçte alınacak karar ve varılacak mutabakatlara bunların onay vermemesi ve görüşmeleri olumsuz etkilemesi anlamına gelecektir.
Türkiye’de terör faaliyetleri dolayısıyla kızıl bültenle aranan Mihraç Ural’ın zirveye davet edilmiş olması ve daha zirve öncesinde bayrak krizinin yaşanması gibi olaylar da zirvenin havasını olumsuz etkileyen gelişmelerdi. Bu tür ayrıntılar Rusya, Türkiye ve İran arasında ayrıntısına kadar görüşülmeliydi. Gerçi Türkiye’nin gösterdiği tepkiden anlaşılacağı üzere bunlar, Rusya’nın son dakika sürprizleriydi. Rus uzmanların bir kısmı, Vladimir Putin’in katılmamış olmasının da zirvenin statüsünü olumsuz etkilediğini ve katılımlardaki bazı iptallere sebebiyet verdiğini ileri sürmektedirler. Ancak şu da bir gerçektir ki, Rus liderden ne tür sonucun çıkacağı belli olmayan bir toplantıya katılması ve şu ana kadar izlenen siyasetle kendince elde ettiği başarısını riske atmasını beklemek de yanlış olurdu.
Toplantı yalnızca anayasa komisyonunun kuruluşuyla tamamlansa da çıkmaza giren Cenevre görüşmelerinin canlandırılması ve barış sürecinin tesisi için barışçıl yolların denenmeye devam edilmesi açısından da büyük önem arz etmektedir. Bu sürecin kolay işlemeyeceğini ise Soçi görüşmeleri bir kez daha göstermiş oldular. Peki bundan sonra ne yapılmalıdır? En başta hiç vakit kaybetmeden Soçi zirvesinde kurulan komisyonun çalışmalarına başlaması gerekmektedir. Zirvenin dışında kalan ve terörle ilgisi olmayan kesimlerin de bu sürece dâhil edilmesi, kabul edilecek anayasanın geçerliliğini ve kolay uygulamasını kolaylaştıracaktır.
Soçi’deki görüşmelerden fazla süre geçmeden Cenevre görüşmeleri canlandırılıp Soçi’de başlatılan süreç devam ettirilmeli, komisyon ile yakın işbirliği geliştirilmelidir. Yine özellikle BM Suriye özel temsilcisi Staffan Mistura daha aktif bir rol oynamalıdır. Mistura’nın Soçi zirvesine katılması ve BM’nin genel olarak toplantıyı başarılı ve barış sürecinde önemli bir adım olarak değerlendirmesi bu bağlamda önemli bir gelişmedir. Suriye’de barışın tesisi için diğer küresel güçlerin de bu tür teşebbüsleri desteklemesi şarttır. Ancak Soçi zirvesi ile ilgili ABD yetkilileri, son derece mesafeli davranırken AB ülkeleri de destek çıkmadılar. Suriye, artık küresel ve bölgesel güçlerin mücadele alanı olarak algılanmamalıdır. Zira çatışmaların devamı, çok uzaktaki ABD’nin dahi artık bölgedeki çıkarlarına zarar vermektedir.
En büyük çabayı ise Suriye halkı ve bu halkı resmî toplantılarda temsil eden görevliler göstermeli ve dış güçlere dayanma ve güvenin ne tarih boyunca ne de günümüzde kendilerine bir getirisinin olmadığını anlamalıdırlar. Suriye örneğinin de gösterdiği gibi küresel güçler, kendi çıkarları doğrultusunda yerel halklara destek verse de sonuna kadar onların arkasında durmamaktadırlar. Rusya ile ABD veya diğer bölgesel güçler kendi aralarında rekabet ve mücadele içerisinde olsalar ve farklı bölgesel güçleri destekleseler de birbirlerine karşı asla silah doğrultmayacaklardır. Bu da nihayetinde bir ülkenin istikrarsızlaşmasından başka bir işe yaramamaktadır. Ukrayna, Irak, Suriye, bu durumun son örnekleridir. Her biri, bundan daha birkaç yıl öncesinde kendi bölgelerinin önemli ülkeleriyken günümüzde adeta parçalanmış ve istikrarsızlık ocağı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Netice itibarıyla öyle görülüyor ki, Suriye’de barış yolunda önemli adım atılmış olmasına rağmen yapılacak daha çok şey vardır. Bu mesele de yalnızca Rusya, Türkiye ve İran’ın olmayıp, bu süreçte diğer küresel ve bölgesel güçlerle Suriye halkının bütün sınıfları ile gruplarının da aynı hassasiyeti göstermeleri gerekmektedir.