PUTİN'İ KOLTUKTA TUTAN 2 NEDEN
18 Mart’ta Rusya Federasyonu’nda gerçekleştirilen devlet başkanlığı seçimleri, beklendiği gibi Vladimir Putin’in zaferiyle sonuçlandı. Böylece Putin, 2000, 2004 ve 2012’den sonra 2018’deki seçimleri de kazanarak 4. kez devlet başkanı seçilmiş oldu. 2008-2012 yılları arasında ise “tahtı” emaneten Dmitriy Medvedev’e bırakarak başbakanlık koltuğuna oturmuş ve ülke yönetiminde önemli rol oynamaya devam etmişti. Seçim mevzuatına yapılan değişiklik ile artık devlet başkanı Rusya’da altı yıllığına seçilmektedir.
2018 Rusya seçimlerinin Türkiye de dâhil olmak üzere uluslararası arenada pek ilgi görmediğini söylemek mümkündür. Suriye’deki sonu olmayan savaş, Rusya’nın Batı ile münasebetlerinin yeni bir Soğuk Savaş dönemi yaşaması ve en önemlisi de Vladimir Putin karşısında ciddi bir adayın olmaması dolayısıyla sonucun önceden tahmin ediliyor olması, bu ilgisizliğin en önemli sebepleriydi.
Peki, Vladimir Putin’in başbakanlığı da dâhil olmak üzere 20 yıldır iktidarda olup da halkın ekonomik durumunu bir türlü düzeltememesine rağmen dördüncü kez devlet başkanı seçilmesini sağlayan faktörler nelerdi ? Bunun iki önemli sebebi vardır. İlki, Rusya’da uzun yıllardır ciddi bir muhalefetin olmamasıdır. Komünist Partisi, kendisini yenileyemediğinden dolayı gittikçe oy kaybetmekte, parlamentoda temsil edilen Vladimir Jirinovskiy başkanlığındaki sözde Liberal Demokrat Partisi ise ciddiye alınmadığı gibi bu partiyi muhalif bir parti olarak nitelendirmek de mümkün değildir. Aynı şey, Adil Rusya Partisi için de geçerlidir. Bunun dışında uzun yıllardır başka parti ve siyasi liderlerin Rusya’nın siyasi sahnesinde kendilerine büyüme ve gelişme alanı bulamadıklarını görüyoruz. Diğer taraftan Putin Rusyası’nın önemli özelliklerinden biri de merkeziyetçi politikanın ve sivil toplum örgütleri üzerindeki kontrolün arttırılmasıdır. Bu husus da muhalefetin gelişmesini olumsuz etkileyen faktörlerden biridir. Rusya açısından meseleye bakıldığında bu bağlamda belki de başka bir alternatif yol da yoktur. Zira muazzam bir coğrafyaya sahip olan ve bünyesinde yüzden fazla etnik grubu barındıran Rusya’yı başka şekilde yönetmek zor olabilir.
Vladimir Putin’in başarısının sırrı şüphesiz yalnızca ülkedeki muhalefet sorunu değildir. Bütün dünyada milliyetçiliğin arttığı bir dönemde Putin’in izlediği dış politika Rus halkı tarafından başarılı bulunmaktadır. Kırım’ın ilhakı, Rusya’nın aylarca sürdürdüğü Suriye operasyonu ve kendi tarafında tutmak istediği ülkeleri ekonomik olarak beslemesi, şüphesiz Rusya’ya pahalıya mal oldu ve olmaya devam etmektedir. Ancak daha İstanbul’ın fethinden itibaren kendisini III. Roma ilan eden Rusya halkı için bu tür gelişmeler, büyük önem arz etmektedir. Yine SSCB yıkıldıktan sonra Rus halkını, ekonomik kriz kadar Batı karşısında izlenen teslimiyetçi politika da rahatsız etmişti. Zira imparatorluk geçmişe sahip Ruslar için vatandaşı olan ülkenin süpergüç olması ya da en azından süpergüçmüş gibi davranmak önemlidir. Meseleye bu açıdan bakıldığında Vladimir Putin, Rus halkı için uygun ve başarılı bir devlet adamıdır. Putin’in Rusya’nın ürettiği ileri sürülen yeni kıtalararası balistik füzelerini seçime bir kaç hafta kala tanıtmasını da bu hususla izah etmek gerekmektedir.
Kırım’ın ilhakı, Rusya’nın Türkiye ve İran ile birlikte Suriye’ye barış getirme çabası, tüm dünyayı çok kısa sürede yok edebilecek teknolojilerin geliştirilmesi, bunlar seçim sürecinin başlıca konu başlıklarıydı. Ekonomik alandaki sorunlardan doğal olarak pek bahsedilmedi. Hâlbuki Rusya’nın süpergüç olmasının önündeki en büyük engellerden biri ekonomidir. Ekonominin yalnızca enerji ve askerî teknolojiler üretimine bağlı olması, sanayi, tarım ve hayvancılık alanlarındaki gelişimin istenilen seviyeye bir türlü çıkartılamaması, düşük maaşlar, Moskova ve Petersburg ile diğer şehirler arasındaki uçurum, orta sınıfın olmaması, ekonomik sorunların başlıcalarıdır. Bunlar aynı zamanda yeni dönemde Vladimir Putin’in çözmesi gereken başlıca sorunlardır. Yalnızca enerji ve askerî teknolojilerin geliştirilmesi ve özellikle de askerî teknolojiler alanında ABD ile rekabetin yürütülmesi, Rusya’nın geleceği açısından asla düşmemesi gereken bir tuzaktır. Rus yetkililer, aynı hususların SSCB’nin yıkılışında etkin rol oynadığının farkında olmalıdırlar.
Yeni dönemde Putin’in ekonomik sorunların çözümü konusunda başarılı olup olamayacağını tahmin etmek güç olsa da seçim öncesi verilen vaatlerden bu alanda en azından yeni politikalar tatbik edileceği, tıp ile eğitim konularına önem verileceği kesindir. Merak edilen konuların başında şüphesiz Rusya’nın Batı ile münasebetleri gelmektedir. Taraflar arasındaki ilişkiler, gittikçe kötüleşmekte, her alanda minimum seviyeye indirilmekte, karşılıklı diplomatik ve ekonomik ambargolar ise aynı hızla artmaktadır. Gerek ABD gerekse de AB, güçlenen ve bundan dolayı da daha aktif, hatta zaman zaman saldırgan bir dış politika izleyen Rusya’dan rahatsız olmakta ve bunu engellemeye çalışmaktadırlar. Ancak Rusya da meydanı tamamen onlara bırakmak istememekte ve bunu yapmayacaktır. Şüphesiz taraflar arasında silahlı çatışma ve savaş yaşanmayacaktır, çünkü böyle bir durum dünyanın sonu anlamına gelecektir (Vladimir Putin, Batılı gazetecilere verdiği röportajda Rusya’sız bir dünyanın işlerine yaramadığını dile getirmişti). Ancak aralarındaki gerginliğin böyle devam etmesi de aslında her iki tarafın çıkarına olmadığı gibi genel olarak dünyadaki düzen açısından da istenilen bir durum değildir. Bölgesel meselelerdeki farklı yaklaşımların yanı sıra Rusya’nın ABD’deki seçimlere karışmakla suçlanması, uluslararası baskı sonucu Rusya’nın devletin sistematik dopingi desteklediği gerekçesiyle 2018 Kış Olimpiyatları’na sınırlı sayıda sporcu gönderebilmesi, Kremlin’in eski Rus istihbaratçısına Londra’da suikast düzenlemekle suçlanması, Rusya’da gerçekleştirilecek olan Dünya Futbol Şampiyonası’nın iptal edilmesi gerektiğinin dahi konuşulması, taraflar arasındaki sorunun bundan sonraki süreçte de devam edeceğinin göstergesidir.
Türkiye ile münasebetler açısından baktığımızda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Vladimir Putin ile yakın bir dostluk kurduğu herkesçe bilinmekte, hatta Batı bundan rahatsız olmaktadır. Şüphesiz Türk-Rus münasebetlerinde de bir takım sorunlar mevcuttur. Uçak krizinden kalan olumsuz izlenim, yeniden yakınlaşmaya rağmen Rusya’nın uygulamaya devam ettiği vize rejimi, Suriye’de barışın tesisi konusunda gösterilen ortak çabaya rağmen tarafların nihai amaçlarının farklı olması, Kırım meselesinde Ankara’nın Batı ile aynı görüşü paylaşması, Rusya’nın ise Orta Doğu’da zaman zaman Kürt kartını devreye sokması gibi konular, bu sorunların başlıcalarıdır. Ancak işbirliği alanları da az değildir. Kaldı ki Türk Akımı ile Mersin’deki Nükleer Santral Projesi her iki liderin de önem verdiği ve gerçekleştirmesini istedikleri projelerdir.
S-400 alımına dair yapılan kontrat, ticarî ve enerji alanlarındaki işbirliği ve Suriye’de tarafların birbirlerinin çıkarlarını karşılıklı olarak gözeterek siyaset üretmeleri, yukarıda adı geçen iki proje kadar önem arz etmektedir. Dolayısıyla tarafların önümüzdeki yıllarda bu konular üzerinde yoğunlaşacağını söyleyebiliriz. Bu bağlamda Putin’in seçimler sonrasında ilk yurtdışı ziyaretini Türkiye’ye gerçekleştirecek olması da çok anlamlıdır. 3 Nisan’da Ankara’da Rus-Türk Üst Düzey İşbirliği Konseyi toplanacak ve en önemlisi de ziyaret sırasında iki lider birlikte Akkuyu Nükleer Santrali’nin temelini atacaklardır. Yine 2019 yılının Türkiye - Rusya Kültür ve Turizm Yılı ilân edilmesi, münasebetlerin kültürel ve ilmî yönden de gelişmesi açısından büyük önem arz etmektedir. Zira bu alanlarda geliştirilecek işbirliği, taraflar arasında algı sorununun çözülmesi konusunda yardımcı olabileceği gibi, siyasi ve ekonomik münasebetlerin de temelini oluşturacaktır.