ASRIN ANLAŞMASI: "HAZAR ANAYASASI"

Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla birlikte Avrasya coğrafyasında çok sayıda yeni sorun ortaya çıktı. Kırım yarımadası ve Rusya’nın buradaki Karadeniz donanmasının statüsü, sınır anlaşmazlıkları, nükleer başlıkların paylaşımı, Sovyetlerin borçları, cumhuriyetlerdeki askerî üsler ile Rus nüfusu, bu sorunların yalnızca birkaçıdır. SSCB’nin yıkılışından yaklaşık 30 yıl geçmiş ve Sovyetlerin 70 yıllık hâkimiyetinin mirası olan bu sorunların bir kısmı günümüze kadar bazen masa başında bazen ise ilgili taraflar arasında yaşanan silahlı çatışmalar neticesinde çözülmüştür. Geçtiğimiz günlerde ise bu tür sorunlardan biri olan Hazar’ın statüsü konusunda da nihayet anlaşmaya varıldı. Hazar Denizi (Gölü) sorunu, Sovyetler’in yıkılışına kadar bir sorun teşkil etmiyordu. Zira Hazar’a kıyıdaş olan SSCB ile İran, kendi aralarında anlaşmıştı. Sovyetlerin yıkılmasıyla ise önemli miktarda balık ve enerji kaynaklarına sahip Hazar’a kıyıdaş 3 ülke (Kazakistan, Azerbaycan, Türkmenistan) daha ortaya çıkınca durum, karmaşık bir hâl aldı, Hazar da “tartışma denizi” olarak adlandırılmaya başlandı. Hazar, okyanusla bağlantısı olmayan kıta içerisindeki kapalı su birikintisi olduğundan dolayı BM Deniz Hukuku’na göre “deniz” olarak kabul edilmemektedir. Nitekim Türkmenistan, İran ve Rusya, Hazar’ı “göl” olarak kabul ederken, Azerbaycan ile Kazakistan, “deniz” olarak adlandırdılar. Yine Hazar’a en az sınırı olan İran (724) ile Rusya (695) Hazar’ın kaynaklarından daha fazla istifade edebilmek için yıllarca Hazar’ın kaynaklarının beş ülke tarafından eşit kullanılması tezini savundular. Daha uzun sınıra sahip Kazakistan (2320), Türkmenistan (1200) ve Azerbaycan (955) ise doğal olarak buna karşı çıktılar. Dolayısıyla Hazar’ın hukukî statüsü belli olmadığından dolayı kıyıdaş ülkeler Hazar’ın kaynaklarından tam olarak istifade edemedikleri gibi bu husus, zaman zaman gerginliğe sebep oldu, bölge ülkeleri arasında çok yönlü işbirliğinin geliştirilmesini engelledi. Taraflar arasında yaklaşık 25 yıl süren görüşmelerden bir türlü sonucun alınamamasının birkaç önemli sebebi vardı. Bunlardan ilki, konuyla ilgili görüşmeler neredeyse SSCB’nin yıkılmasıyla birlikte başlamasına rağmen özellikle yeni cumhuriyetlerin (Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan) çok daha önemli sorunlarla boğuşması ve dolayısıyla önceliği Hazar’a verememeleridir. Bu bağlamda Türk cumhuriyetlerinin kendi tezlerinde ısrar edebilmek için başka sorunlarını geride bırakarak biraz olsun güçlenmeyi bekledikleri söylenebilir. İkinci sebep ise enerji ihtiyacını başka yataklardan karşılayan Rusya’nın aynen diğer sorunlarda olduğu gibi sorunun çözümü konusunda acele etmemesidir. Sorunların dondurulmuş hâlde kalması, Rusya’nın işine yaramakta ve Kremlin bu meseleleri, ikili görüşmelerde önemli bir baskı aracı olarak kullanmaktan çekinmemektedir. Üçüncü sebep ise İran’ın uyguladığı “şark kurnazlığı” politikasıdır. Hazar’ın statüsü konusunda en zayıf konumda olan İran, sorunun kendi aleyhinde çözülmesi yerine dondurulmuş kalmasını istiyordu. Yürüttüğü başarılı diplomasi ile de yıllarca bu konuda başarılı oldu. Peki ne oldu da 2018 Ağustosu’nda kıyıdaş ülkelerin hepsi kendi görüşlerinden taviz vererek anlaşma yoluna gitmeye karar verdiler? Bunun ilk sebebi, uluslararası düzen ile uluslararası hukukun alt üst olmasıdır. Her ülkenin ya da örgütün kendinde her soruna ya da başka bir ülkeye müdahalede bulunma hakkını gördüğü bir ortamda kıyıdaş ülkeler, sorunu kendi aralarında çözmenin yararını anlamış olmalılar ki, anlaşma bizzat devlet başkanları tarafından imzalandı. Yine özellikle Rusya ile İran’ı çözüm konusunda acele ettiren bir başka etken de yalnızca Azerbaycan’ın değil Kazakistan’ın da Batı ile işbirliğini arttırma çabası içerisinde olmasıdır. Diğer bir deyişle, Rusya adı geçen cumhuriyetlerin bölgede başta ABD olmak üzere Batı dünyası ile işbirliğini arttırmasından rahatsız olmaktadır. Varılan anlaşma ise üçüncü ülkeleri Hazar’a yaklaştıramayacağı gibi kıyıdaş ülkeler arasında çok yönlü işbirliğini de arttıracaktır. Yine “Çin faktörü”nün hızlandırıcı bir etken olduğu söylenebilir. Siyasi anlamda uluslararası arenada pek varlık gösteremeyen Çin, Orta Asya, Orta Doğu ve Afrika’da ekonomi alanda gittikçe güçlenmektedir. Bu husus özellikle Rusya’yı rahatsız etmekte ve bu bölgelerdeki çıkarlarına zarar vermektedir. Nitekim Türkmenistan, uzun yıllardır Çin ile enerji alanında işbirliği geliştirmektedir. Moskova, Hazar sorununun çözümü ile birlikte Batı ile mücadelesinde müttefiki olan Çin’in etkisini azaltmaya, hatta devre dışı bırakmaya çalışmaktadır. “Neden şimdi ?” sorusunun bir başka cevabı daha bulunmaktadır. Rusya ile İran’a Batı tarafından çok yönlü ambargolar uygulanmaktadır. Her iki ülke de günümüzde hem uluslararası arenada hem de iç politikada prestijlerini kurtarma çabası içindedirler. İki liderin, tüm uluslararası kamuoyunun gözünde diğer bölge ülkeleriyle el sıkışması, Putin ile Ruhanî’yi biraz olsa rahatlamış olmalıdır. Aynı zamanda her iki ülke Türkiye ile birlikte Suriye’de de barışın sağlanması konusunda önemli birer aktör konumundadırlar. Aynı şeyi aslında Kazakistan için de söylemek mümkündür. Kazakistan, hem Suriye hem de Hazar sorunlarının çözüm süreçlerindeki zirvelere başarılı bir şekilde ev sahipliği yapmaktadır. Tüm bu gerekçeler bir bütün olarak ele alındığında tarafların yaklaşık 25 yıllık “inat”tan sonra neden ortak karara vardıkları daha net anlaşılmaktadır. Peki Hazar Zirvesi’nde nasıl bir anlaşmaya varıldı ve bu anlaşma, kıyıdaş ülkeler ve bu ülkelerle her biriyle yakın işbirliği içerisinde olan Türkiye için ne anlama gelmektedir? “Hazar Anayasası” olarak da adlandırılan anlaşmaya göre Hazar’ın yüzey kısmı, ortak kullanılacak, dip kısmı ve kaynakların bulunduğu yerler, kıyıdaş ülkeler arasında uluslararası hukuk temelinde paylaşılacaktır. Diğer bir deyişle Hazar, ne deniz, ne de göldür. Bilimsel araştırmalarla boru hatlarının inşası yine mutabakata varılacak kurallara göre yapılacak, ekolojik konulara önem verilecektir. Anlaşmadaki önemli maddelerden biri de dış ülkelerin Hazar’da askerî varlık bulunduramayacağı yönündedir. Gerek anlaşma maddelerinden gerekse de anlaşma ile ilgili Rus basınındaki değerlendirmelerden anlaşılacağı üzere anlaşmanın en önemli neticesi aslında dış güçlerin Hazar kıyısında askerî üs açamamasıdır. Bu hem Rusya’nın hem de İran’ın önem verdiği bir konudur. İran’a müdahalenin gündemde olduğu, Rusya’nın özellikle Suriye operasyonları sırasında Hazar’a yakın Astarhan’daki askerî üssünü kullandığı, ABD’nin Kazakistan’da askerî üs açma konusunun konuşulduğu bir ortamda böyle bir kararın alınması Rusya ve İran açısından büyük önem arz etmektedir. Bu garanti karşısında Rusya ile İran’ın diğer konularda (kaynakların kullanımı, balıkçılık vs) geri adım atması dahi ikinci planda kalmaktadır. Kaldı ki şunun da altını çizmek gerekmektedir: Enerji kaynaklarının keşfi ve çıkartılması da kesin olarak karara bağlanmış olmayıp bundan sonra yapılacak ikili görüşmelerde kesinleşecektir. Bu bağlamda Rusya ile İran’ın diplomasi konularında daha tecrübeli ve başarılı olduğu da asla unutulmamalıdır. Hazar konusunda ilerlemenin kaydedilmesi, ekonomik açıdan taraflara önemli getirisi olacaktır. Mersin balığıgillerin % 90’ı, Hazar Denizi’ndedir. Yine Hazar’daki ispatlanmış petrol rezervlerinin miktarı – 6.5 milyar tondur (tahminî petrol rezervi 15 milyar tondur). Hazar’ın coğrafî konumu göz önünde bulundurulduğunda ülkelerin diğer yataklarıyla kıyasla enerji kaynaklarının uluslararası pazarlara ulaştırılması hem daha kolay hem daha maliyetsizdir. Bölge ülkeleri açısından anlaşmanın önemli getirilerinden biri de bundan sonraki süreçte kıyıdaş ülkeler açısından başka alanlarda da işbirliğinin artma potansiyelinin olmasıdır. Hatta şimdiden uzun vadede bu işbirliğinin, bölgesel örgüte dönüşebileceğini dile getirenler vardır. Yeterince bölgesel oluşumun olduğu ve son dönemde yalnızca bölgesel değil, küresel örgütlerin dahi uluslararası sorunlar karşısında sınıfta kaldığı bir ortamda belki de yeni bir örgüte ihtiyaç yoktur. Ancak Azerbaycan ile Türkmenistan’ın Rusya’nın önceliğinde kurulan mevcut örgütlerde yer alamaması, Rusya’nın bu dörtlü ile de bir birliktelik oluşturmak istemesini açıklayabilir. Rusya ile İran, anlaşmaya daha çok siyasî açıdan bakarken, üç Türk cumhuriyeti açısından anlaşma özellikle ekonomik açıdan büyük önem arz etmektedir. İşin ilginç tarafı bu üç cumhuriyet, günümüzde de Türk dünyasının en gelişmiş ülkeleri arasında yer almaktadırlar. Enerji kaynaklarının payının da bunda etkisi büyüktür. Ekonominin yanı sıra bu cumhuriyetler siyasi açıdan da kazanç elde edecektir. Azerbaycan’ın Ermenistan’ın en önemli iki müttefiki olan Rusya ve İran ile işbirliğini arttırması Azerbaycan’ı bölgede daha da güçlendirecek, Rusya ve İran’ın Batı ile sorun yaşadığı bu günlerde Ermenistan’ın Batı’ya yaklaşma çabası içerisinde olması ise tam tersine bölgede Ermenistan’ı iyice zayıflatacaktır. Yukarı Karabağ sorununun çözümü için de elverişli bir ortam oluşabilir. Türkmenistan da daha fazla tarafsız ve izole kalamayacağını anlamaktadır. Dolayısıyla Hazar sorununun çözümü ve bölgesel işbirliğinin geliştirilmesi, Türkmenistan’ın dış siyaseti için de büyük önem arz etmektedir. Kazakistan ise Orta Asya’da liderliğe oynamaktadır. Gerek Astana gerekse de Aktau zirveleri, Kazakistan’ın bu alandaki başarısı ve potansiyelini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Hazar beşlisinin anlaşmasının Türkiye açısından bir önemi var mıdır? En başta Türkmenistan dışında diğer ülkeler, Türkiye’nin yakın işbirliği içerisinde olduğu ülkelerdir. Dolayısıyla bu ülkeler arasındaki sorunların azalması, Türkiye ile işbirliklerini daha da arttıracaktır. Yine Rusya, İran ve Azerbaycan, Türkiye’nin enerji ihtiyacını karşılamasında en büyük paya sahip ülkelerdir. Kaldı ki Kazakistan ile Türkmenistan da özellikle Transhazar boru hatlarının inşasıyla Türkiye’ye enerji kaynakları ihracatını başlatabilecektir. Bu da Türkiye için yeni alternatifler anlamına gelmektedir. Bölgede istikrarın sağlanması da Türkiye’nin istediği bir gelişmedir. Zira günümüzde Türkiye’nin dört bir tarafında farklı sorunlar mevcuttur. Gerek bölgesel aktör olması gerekse de kendisinin çıkarlarını da ilgilendirdiğinden dolayı Ankara, birçoğuna ister istemez müdahil olmak zorundadır. Dolayısıyla Hazar coğrafyasında üç Türk cumhuriyeti ve Rusya gibi stratejik ortağının yer aldığı sorunun çözülmesi, Türkiye’yi sevindiren ve çıkarına olan bir anlaşmadır. Bu arada BM genel Sekreteri Antonio Gutteres, varılan anlaşmanın hayatî önem taşıdığını açıklamıştır. Bu da BM’nin günümüzde oynadığı rolün iyi bir örneğini oluşturmaktadır. BM, artık arabulucu rolü dahi oynayamayan, ancak yaşanan gelişmeler sonrasında bir “think tank”mişçesine açıklama yapmakla yetinmektedir. Bu durumda da Hazar’a kıyıdaş ülkelerin “kendi sorunlarını” “kendilerinin çözmeleri” de son derece manidar ve doğru bir adımdır.