TÜRKİYE - ABD SORUNU VE RUSYA

Türkiye ile ABD arasında yaşanan kriz dolayısıyla adı sıkça zikredilen bir ülke daha vardır. Bu da kuzey komşumuz Rusya’dan başkası değildir. Son yıllarda Batı ile kriz yaşandığında mutlaka Rusya, alternatif müttefik olarak sunulmaktadır. İşin ilginç tarafı bu durum, bugüne has bir şey değildir. Bundan daha bir asır öncesinde yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin Batı ile sorun yaşaması, Ankara’yı kendisi de yeni kurulmakta olan Sovyet Rusyası’na yaklaştırmıştır. Ancak Sovyetlerin giderek güçlenmesi ve özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’yi de tehdit eder hâle gelmesi, Türkiye’nin yeniden Batı ile yakınlaşmasını sağlamıştır. Türkiye’nin NATO’ya üyeliğinde de Sovyet tehdidinin büyük payı vardır. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve SSCB’nin yıkılması ile birlikte ise bavul ticareti ile başlayan Rusya-Türkiye yakınlaşması, yavaş yavaş siyasî boyut da kazanmış ve günümüzde Rusya, “stratejik müttefik” ve özellikle de Batı ile münasebetlerde alternatif olarak görülmektedir. Son husus aslında günümüzde ABD ile Türkiye arasında yaşanan krizin hem önemli sebeplerinden birini oluşturmakta hem de bu krizde belki de Türkiye’nin elini güçlendirmektedir. Türkiye’nin ABD ile yaşadığı krizin sebebinin Rahip Brunson olmadığı herkese malumdur. Sorunun temelinde bölgesinde gittikçe güçlenen Türkiye’nin doğal olarak kendi çıkarlarını gözeten bağımsız bir dış politika izlemesi ve bu çerçevede başta Rusya olmak üzere bölgesel ve küresel güçlerle yakın işbirliği geliştirmesi gibi hususlar yatmaktadır. Bu bağlamda özellikle Rusya’dan S-400’lerin alımı ile Türkiye’nin kendi güvenliğini sağlama amacıyla gerçekleştirdiği Suriye operasyonları, şüphesiz ABD’yi en fazla rahatsız eden noktalar ve krizi tırmandıran başlıca sebepler olmuştur. Türkiye’nin bu siyasetinden vazgeçmesi için de ABD başta ambargo olmak üzere ellerindeki kozları kullanmaktan çekinmemektedir. ABD ve genel olarak Batı’nın söz konusu yaklaşımı / siyaseti, yalnızca Türkiye’ye karşı uygulanan bir siyaset değildir. ABD, aynı tutumu, zamanında Rusya’ya karşı da uyguladı ve uygulamaya da devam etmektedir. Nitekim günümüzde Rusya ile ABD arasındaki krizin ve uygulanan karşılıklı ambargoların sebebi, Rusya’nın Kırım’ı ilhakı değildir. Bunların sebebi Rusya’nın güçlenerek bağımsız dış politika izlemesi ve güçlenen bu politikayla başta Orta Doğu olmak üzere birçok bölgede ABD’nin çıkarlarına zarar vermesidir. Dolayısıyla gerek Kırım meselesi gerekse de Papaz Brunson konusu, birer bahaneden ibarettir. ABD’nin başka ülkelere karşı “kendi isteğini elde etme” amacıyla uyguladığı ambargo siyasetinde gözden kaçırdığı bir husus vardır. Ambargolar, belki zaman zaman işe yarayan bir dış politika aracıdır. Ancak bu husus, Rusya, İran ve Türkiye gibi güçlü devlet geleneği olan ülkeler için asla geçerli değildir. Bu ülkelerin halkları tarih boyunca zor süreçlerden geçen ve hayatlarını ülkelerinin geleceği uğruna feda edebilen halklardır. Dolayısıyla Vladimir Putin’in de sıkça dile getirdiği gibi “hiçbir ülke ambargo ve şantajla bir şey elde edemez, bunlar münasebetleri gerginleştirmekten başka da bir işe yaramaz”. Gerçekten de Donald Trump’ın izlediği siyaset, Türkiye’nin ABD ile münasebetlerine büyük zarar vermektedir. Bunun da her açıdan Rusya’nın işine yaradığını söyleyebiliriz. Günümüzde Moskova, kendisi için en büyük tehdidin NATO olduğunu, Varşova Paktı’nın yıkılışından sonra NATO’nun da ortadan kalkması gerektiğini, NATO’nun genişlemesinin hedefinde Rusya olduğunu düşünmektedir. NATO’nun açıkladığı yeni amaçlarında (terörle mücadele vs.) başarısız olduğu düşünüldüğünde Rusları anlamak, hatta onlara hak vermek mümkündür. İşte böyle bir ortamda Türkiye’nin, ABD ile sıkça sorun yaşaması ve NATO’nun gittikçe ABD’nin elinde dış politika aracı hâline gelmesi, yavaş yavaş Türkiye’nin NATO üyeliğini sorgulamasına neden olmaktadır. Bu husus, yani Türkiye’nin NATO’dan ayrılması (en kötü ihtimalle arasının bozulması) Rusya’nın aslında en fazla istediği bir şeydir. Zira böyle bir gelişme, NATO’yu zayıflatacak, belki de varlığının sorgulamasına neden olacaktır. Rusya bunu istemesine rağmen ileri gelen Rus uzmanlar, NATO’nun Türkiye’nin ayrılmasına asla izin vermeyeceğini de belirtmektedirler. Ankara’nın Washington ile arasının bozulması, Rusya için yeni bir silah pazarı anlamına gelmektedir. Bilindiği gibi Rusya ile ABD, dünyada en fazla askerî teknolojiler ihraç eden ülkelerin başında gelmekte ve bu pazar için acımasız bir mücadele vermektedirler. Rusya’nın Türkiye’ye S-400 satışına dair ABD’nin tepkisinin bu kadar sert olmasının sebeplerinden biri de budur. Türkiye’nin silahlanma konusunda son yıllarda atağa geçen bir ülke olduğu göz önünde bulundurulduğunda Türkiye pazarının önemi daha iyi anlaşılacaktır. Rusya açısından bakıldığında Türkiye-ABD krizinin büyümesinin Moskova’ya bir başka faydası da Türkiye’nin izleyeceği bölgesel politikalardır. Rusya’da eskiden beri Türkiye’nin başta Orta Asya olmak üzere Türk dünyasına karşı izlediği siyasetin arkasında ABD’nin de olduğu ya da ABD’nin Rusya’nın “arka bahçesi”ne karşı izlediği politikada Türkiye’yi kullanabileceği görüşü hâkimdir. Şimdi ise Ankara-Washington bağlarının zayıflamasıyla böyle bir ihtimal de kalmayacaktır. Yine bu kriz, Rusya’nın Orta Doğu ve özellikle de Suriye meselesinde de işine yarayacaktır. Suriye’de günümüzde Ankara ile Moskova birlikte hareket etse ve gerçekten de Suriye’de barışın sağlanması konusunda İran ile birlikte önemli katkıda bulunsalar da Ankara’nın Afrin, Menbiç ve İdlib operasyonları Rusya’da birçok soru işaretine yol açmaktadır. En önemlisi de Suriye topraklarının tamamının üzerindeki kontrolün Esad rejimine devrini savunan ve bunun için çalışan Rusya, Türkiye’nin adı geçen şehirlerde kalıcı olmasından çekinmektedir. Türkiye’nin ABD ile sorun yaşaması, Rusya’nın Suriye konusunda Türkiye karşı elini güçlendirmektedir. Kaldı ki bunun dışında da Moskova, Suriye meselesinde Türkiye’yi her an safını değiştirebilme potansiyeli olan bir ülke olarak görmektedir (“Esad ısrarının” bunda etkisi büyüktür). ABD ile krizin yaşanması, bu seçeneği de ortadan kaldırmaktadır. Söz konusu kriz, bütün bunların dışında Türkiye ile Rusya arasında askerî, ekonomik, ticarî vb. alanlardaki işbirliğini de arttıracaktır. Ancak bu durumun da iki olumsuz noktası mevcuttur. Bunlardan ilki, ABD ile yaşanan krizin, Türk-Rus münasebetlerinde ve bölgesel politikalarda Rusya’nın elini daha da güçlendirmesidir. İkinci husus ise izleri hâlâ silinmemiş uçak krizi ve Rusya’nın o süreçte izlediği politika. Bu politika, günümüzde ABD’nin izlediği siyasetten daha acımasız değildi. Yeni dönemin siyaseti planlanırken bu iki husus asla gözden kaçırılmamalıdır. Netice itibarıyla Ankara-Washington hattındaki gerginlik, Rusya’nın işine yarayan ve Rusya’nın bundan istifade etmeye çalışacağı bir süreçtir. Rus basınında yer alan Türkiye’nin duruşuna dair övgüler dahi tek başına bu hususla açıklanabilir. Şüphesiz Ankara, ABD’nin istekleri karşısındaki dik duruşunu devam ettirmelidir. Ancak ABD ile bağları da tamamen koparmamalı, NATO’daki yerinin sorgulanmasına izin vermemeli, AB üyesi olamayacağını bile bile (hayat standartlarını yükseltmek için) görüşmeleri devam ettirmelidir. Rusya ise bizim komşumuzdur. Rusya ile geliştirilen çok yönlü işbirliği hem Moskova’nın hem de Ankara’nın çıkarınadır. Ancak ne Moskova Batı’ya, ne de Batı Moskova’ya alternatif değildir. Dört bir taraftan sorunlu bölgelerle çevirili olmasına rağmen Türkiye, günümüzde bölgede önemli bir konuma sahipse bunun önemli sebeplerinden biri de Batı ile Doğu, ABD ile Rusya arasında başarılı bir denge siyaseti izlemesidir. Başarının devamı için de bu denge siyasetinin devam ettirilmesi şarttır.