MOSKOVA'DAN VENEZUELA'YA SINIRLI DESTEK

Vladimir Putin’in iktidara gelmesi ve artan enerji kaynakları fiyatları dolayısıyla ekonomik ve iç sorunların bir kısmını çözmesiyle birlikte Rusya daha aktif ve agresif bir dış politika izlemeye başlamıştı. Putin’in sıkça SSCB’nin yıkılışını “20. yüzyılın en büyük felaketi” olarak nitelendirmesi, aynı zamanda SSCB’nin uluslararası sistemdeki gücüne duyulan özlemi de ifade ediyordu. Nitekim Vladimir Putin’in daha ikinci devlet başkanlığı döneminde kabul edilen dış politika konseptinde öncelik eski Sovyet coğrafyasına ve bir zamanlar Sovyetlerin güçlü olduğu bölgelere tanındı. ABD’nin tek kutuplu dünya düzeni inşa çabasına karşı çıkan Kremlin, bu amacına ulaşmak için başta bölgesel bir güç olunması, ardından da diğer bölgelerde de varlığını arttırması gerektiğinin farkındaydı. Yaklaşık 20 yıllık Putin iktidarında da bu bağlamda büyük bir mesafenin katedildiği söylenebilir. 2019 yılına gelindiğinde Moskova, Baltık ülkeleri dışında eski Sovyet coğrafyasının yanı sıra Orta Doğu, Balkanlar ve Latin Amerika gibi Sovyetlerin bir zamanlar güçlü olduğu bölgelerde etkisini arttırmış bulunmaktadır. Hem bu husus hem de uluslararası kamuoyunun gündemindeki sorunlarda (Suriye, İran, Kuzey Kore vs) Rusya ile ABD’nin karşı karşıya gelmesi, Venezuela’da yaşanan gelişmeler karşısında da “Peki Rusya’nın tutumu nedir? Kremlin, Suriye’de olduğu gibi sonuna kadar mevcut rejimin arkasında durur mu?” sorularını gündeme getirmektedir. Rusya’nın Latin Amerika’ya ilgisini birkaç hususla açıklamak mümkündür. İlki, yukarıda da belirtildiği gibi özellikle Putin döneminde güçlenen Rusya’nın kendisini yeniden “süper güç” olarak görmeye başlaması ve bu çerçevede her bölgede daha etkili bir konuma sahip olmak istemesidir. İkinci olarak Rusya, ABD’nin eski Sovyet coğrafyasına olan ilgi ve siyasetine karşın ABD’nin kendi etki alanı olarak gördüğü Latin Amerika ile yakın işbirliği geliştirmeye başladı. Bunun dışında BRİCS çerçevesinde Brezilya ile geliştirilen işbirliği, Küba ile eskiden beri mevcut yakın ilişkiler, ABD ile sorun yaşayan kıta ülkelerinin denge unsuru olarak Rusya’yı görmesi, Rusya ile geliştirilen ticarî münasebetler ile enerji alanındaki projeler, Rusya ile Latin Amerika ülkeleri arasındaki ilişkileri özetleyen hususlardır. Rusya’nın Venezuela ile münasebetleri de işte bu çerçevede ele alınabilir. Ek olarak Venezuela’nın Rusya’nın bölgedeki en önemli müttefiki, hatta kalesi olduğunu söylemek mümkündür. Bu husus, Kremlin’in ABD’nin Venezuela siyasetine karşı çıkmasının ve seçimle işbaşına gelen liderine destek vermesinin önemli sebeplerinden biridir. Moskova’nın Maduro’ya destek vermesinin bir başka sebebi, ABD’nin bu siyasetinin tüm uluslararası sistem ve normları altüst etmesi ve beraberinde geri dönüşü olmayan gelişmelere yol açma tehlikesini taşımasıdır. Rus yetkililer, seçimle işbaşına gelen tüm devlet adamlarını savunmakta ve dışarıdan yapılan her türlü müdahalelere karşı çıkmaktadırlar. Nitekim Moskova, renkli devrimlere de Arap Baharı’na da karşı çıkmış, hatta tüm bu gelişmelerin hedeflerinden birinin kendisi olduğunu ileri sürmüştür. Moskova’nın Maduro karşıtı darbe girişimine karşı çıkmasının sebeplerinden biri de iktidar değişimi durumunda Venezuela ile geliştirdiği enerji projelerin iptal edilme olasılığının olmasıdır. Buna benzer bir durumla Moskova, Irak’ta karşı karşıya kalmıştı. Irak’ta enerji alanında ihale kazanmak için Rusya bu ülkenin milyarca dolarlık borcunu silmiş, birçok ihaleyi de kazanmıştı. Ancak Arap Baharı sonunda değişen iktidar, Rusya ile yapılması kararlaştırılan tüm projeleri gözden geçirmişti. Rusya, Venezuela’da da aynı senaryo ile karşı karşıya kalmak istememektedir. Günümüzde Venezuela’da Rosneft başta olmak üzere Rus şirketleri petrol çıkartma ve işleme çalışmalarında yer almaktadır. Ayrıca resmî olmayan verilere göre Moskova, Caracas’a yaklaşık 10 milyar Dolarlık bir kredi vermişti. Yeni yönetimin mücadeleyi kazandığı takdirde söz konusu kredileri geçerli kabul etmeme tehlikesi mevcuttur. Ancak tüm bunlara rağmen Rusya’nın Venezuela’ya verdiği desteğin, “sözlü destekten” ibaret kalacağına benzemektedir. Yapılan açıklamalardan Rusya’nın Venezuela’ya askerî, hatta maddî destekte bulunmayacağı anlaşılmaktadır. Bunu da birkaç hususla açıklamak mümkündür. En başta bu ülke ve genel olarak Latin Amerika’nın arz ettiği öneme rağmen Venezuela, Rusya açısından “Ukrayna”, hatta “Suriye” değildir. Diğer taraftan Kırım’ın ilhakı ile Suriye Savaşı, Rusya’ya hem ekonomik yük oldu, hem de özellikle Batı ile ilişkileri olumsuz etkilediğinden dolayı manevî olarak Kremlin’i çok “yordu”. Moskova’nın yeni bir cepheyi (Venezuela) kaldırması hiç mümkün görülmemektedir. Uzak bir coğrafya olması, bu hususun askerî operasyonu ve başarılı olunmasını zorlaştırması da askerî desteğin önündeki engellerden biridir. Zira ekonomik krizin yaşandığı Rusya’da Kırım’ın ilhakı ile Suriye Savaşı, Putin’in “başarı hanesine” yazılan gelişmelerdir. Venezuela’daki herhangi bir “yenilgi”, bu prestije büyük bir zarar verecektir. Yine Kırım ile Suriye’nin yanı sıra Rusya, günümüze Japonya ile Kuril adalarının statüsünü görüşmekte, ABD’nin baskısına rağmen Kuzey Akım-2 gibi enerji projelerini hayata geçirmeye çalışmaktadır. Diğer bir deyişle Kremlin’in gündeminin yoğun olması da Venezuela konusunun Rusya açısından önemini azaltmaktadır. Venezuela konusunda Rusya’nın dikkat çeken yaklaşımlarından biri de Batı karşıtı cephede başka ülkelerin ön plana çıkmasını desteklemesidir. Bu bağlamda Çin, Türkiye ve Meksika’nın da kendisiyle aynı tutumu sergilemesi, şüphesiz Rusya’nın hoşuna gitmekte ve bu konuda bu ülkelerin daha fazla inisiyatif üstlenmelerini istemektedir. Bu bağlamda Moskova özellikle Venezuela’da büyük yatırımları olan Çin’e güvenmektedir. Ancak şu da bir gerçektir ki bugüne kadar Çin tek başına hiçbir siyasi konuda ABD’yi karşısına almamış, ABD ile açık bir mücadeleye girişmemiştir. Moskova’nın Venezuela’ya desteği sınırlı olsa da bu kriz şüphesiz, Rusya’nın ABD ile ve genel olarak Batı ile ilişkilerinde yeni bir cepheyi açmaktadır. Ancak bu tür kriz bölgelerinin sayısının artması, Rusya’nın lehine değildir. Zira özellikle çıkarı olan bölgelerde kendisini “önemli güç olarak gören” Rusya’dan da kendi tutumuna göre destek beklenmektedir. Desteğin verilmesi, Rusya’yı çok yıpratırken; verilmemesi ise imajına büyük darbe vurmaktadır. Bu krizin en üzücü yanı ise Venezuela halkının Ukrayna, Suriye vb. ülkelerdeki gelişmelerden ders çıkartmaması ve dış güçlerin desteğine güvenerek seçimle iktidara gelenleri devirmeye çalışmasıdır. Venezuela’da yaşanacak muhtemel bir iç savaşta en büyük zararı halk görecektir. ABD’nin her ülkede iktidarda “kendi adamını” görme ve tüm ülkelerin enerji yataklarını yönetme isteği ise hem dünya barışına gittikçe daha fazla zarar vermekte hem de uluslararası düzeni, hukukî normları ve örgütleri devre dışı bırakmaktadır. Rusya, Çin ve Türkiye gibi ülkeler buna karşı çıksa da bu, “ABD’yi durdurmak” için yeterli değildir. AB’nin de ABD’nin bu siyasetine destek vermemesi gerekmektedir. Ancak askerî ve ekonomik olarak ABD’ye olan bağlılık, AB’nin günümüzde bağımsız bir oyuncu olmasını engellemektedir.