SOÇİ MUTABAKATI: KAZANANLAR VE KAYBEDENLER
22 Ekim günü Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin Rusya’nın Soçi şehrinde bir araya geldi. Ocak 2019’dan itibaren iki lider neredeyse her ay görüşmektedirler. Bunun sebebi, ikili ilişkilerin giderek daha geniş bir boyutta gelişmesi ve özellikle Astana ve Soçi görüşmeleriyle birlikte Suriye’de söz sahibi olan iki ülkenin de Suriye sorununu kendi çıkarlarını gözeterek bir an önce çözmek istemeleridir. Dikkat çeken hususlardan biri de iki liderin yine Soçi’de bir araya gelmesidir. Soçi son dönemde hem Suriye Sorunu zirvelerine hem Rusya’nın diğer uluslararası faaliyetlerine ev sahipliği yaparak, Moskova ve Petersburg’dan sonra Rusya’nın üçüncü siyasi ve diplomasi merkezi hâline gelmektedir.
Soçi’deki Erdoğan-Putin zirvesinin en önemli gündemini Türkiye’nin gerçekleştirdiği Barış Pınarı Harekâtı ve genel olarak Suriye’deki durum oluşturdu. Tüm dünya kamuoyu tarafından yakından takip edilen ve altı saatten fazla süren görüşme, taraflar arasında varılan mutabakatla sonuçlandı. Böylece Ankara, bir hafta içerisinde dünyanın en güçlü ki ülkesiyle de anlaşmaya varmış oldu. Buna göre hem ABD hem de Rusya, Barış Pınarı Harekâtı’nın güvenlik dolayısıyla ve uluslararası hukuka uygun olarak yapıldığını onaylamış oldular. Her iki mutabakat da Türkiye’yi işgalci olarak göstermeye çalışan güçlere iyi bir cevap oldu.
Yapılan görüşmede Türkiye açısından son derece başarılı sonuçlar elde edildi. Bu sonuçlar, doğrudan Ankara’nın başlattığı Barış Pınar Harekâtı’nın amaçlarıyla da ilgilidir. Nitekim harekâtın asıl sebebi, Türkiye’nin Suriye ile sınırının güvene alınması, Suriye’nin kuzeyinde 32 kilometre derinliğinde güvenli bölgenin oluşturulması ve Türkiye’de yıllardır misafir edilen Suriyeli mültecilerin memleketlerine (Suriye’nin kuzeyine) yerleştirilmesidir. Rusya ile varılan mutabakata göre tüm bunların elde edildiği görülmektedir (Suriyelilerin geri dönüşü, ilk maddelerin hayata geçirilişine bağlı olacaktır). Nitekim varılan mutabakata göre, Barış Pınarı Harekâtı alanındaki yerleşik statüko muhafaza edilecek, bunun dışında kalan toprakların doğusunda (Irak sınırına kadar) ve batısında Türkiye sınırından 10 kilometre derinliğinde (Kamışlı harç) Türk-Rus ortak devriyeleri başlayacak, Barış Pınarı Harekât alanının dışında kalan Türkiye-Suriye sınırının Suriye tarafındaki bölgelerden (30 km. derinliğinde) terör gruplarının çıkartılması için Rus askerî polisi ile Suriye sınır muhafızları faaliyete geçecektir. Diğer bir deyişle Türkiye – Suriye sınırı, tüm terör örgütlerinden temizlenmiş olacaktır. Türkiye açısından başarılı olan sonuçların elde edilmesinde, şüphesiz askerî harekâtın etkisi büyük oldu. Bu bağlamda ister istemez “sahada güçlü olanın masada da güçlü olduğu” şeklindeki genel yaklaşım akla gelmektedir. Yine Türkiye’nin siyasi ve askerî yönetimlerinin tüm iç ve dış baskılara rağmen geri adım atmaması ve ısrarlı davranmasının da bu başarıda etkisi büyüktür.
Türk-Rus devriyeleri ve Rus-Suriye ortak birliklerinin bu faaliyetleri, 23 Ekim Saat 12’den itibaren 150 saat içerisinde tamamlanacaktır. Söz konusu 150 saat, aslında 29 Ekim tarihine denk gelmektedir. Bunun da hem siyasi hem de manevî önemi büyüktür. Nitekim bundan bir gün sonra Cenevre’de Suriye Anayasası ile ilgili görüşmeler başlayacaktır. Mutabakatın öngördüğü 150 saat içerisinde 30 kilometre derinliğindeki bölgenin terör örgütlerinden temizlenmesi amacına ulaşılması, Cenevre’de her iki ülkenin de elini güçlendirecektir. Dolayısıyla yalnızca Ankara değil Moskova da bu konuya önem vermektedir. 150 saatlik sürenin 29 Ekim tarihine denk gelmesinin, şüphesiz manevî önemi de büyüktür.
Rusya ile Türkiye arasındaki mutabakatın başka neticelerine ve başka ülkelerin konumuna etkisine bakacak olursak, şunları söylemek mümkündür: Şüphesiz bu mutabakat, yalnızca Türkiye’nin lehine olan bir mutabakat değildir. Bu sürecin galipleri arasına Türkiye’nin yanı sıra Rusya ile resmi Şam yönetimini de eklemek gerekmektedir. En başta adı geçen tüm ülkeler, Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunmakta ve bu mutabakatla birlikte bu bağlamda önemli bir adımın atıldığını söylemek mümkündür. Hem bu husus hem de Rusya’nın da Suriye’de iyice güçlenmesi, Esad rejiminin de güçlenmesi anlamına gelmektedir. Bu husus aynı zamanda er ya da geç Rusya’nın arabuluculuğunda Türkiye ile Suriye arasında diyalogun başlayacağı anlamına gelmektedir.
Harekât ve Ankara ile Moskova arasındaki mutabakat, Suriye’de YPG / PYD varlığına büyük darbe vurdu. Adı geçen terör örgütleri Tel Rıfat ve Münbiç’ten ve genel olarak Türkiye – Suriye sınırından en az 30 kilometre derinliğindeki bölgelerden çıkacakları gibi, bu örgütler aslında aynı zamanda yalnızca Türkiye’nin sorunu olmaktan da çıkmış bulunuyorlar. Bu da Türkiye’nin hem PKK ve uzantılarına karşı mücadelesinde hem de bölgedeki siyasetinde Ankara’nın elini güçlendirecektir. Bunun bir sonraki adımı ise, bölgesel ve küresel güçlere bu örgütlerin terör örgütü olarak kabul ettirilmesi olmalıdır. Genel olarak Ankara’nın izlediği başarılı siyaset ile PKK ve uzantılarına karşı önemli başarı elde ettiğini söylemek mümkündür.
Suriye’deki süreçte gelinen noktada kazananların biri de Kremlin’dir. En başta özellikle ABD’nin Suriye’den kısmi de olsa çekilmesiyle birlikte Rusya’nın buradaki gücü ve etkisi iyice arttı. Zira Moskova bir kez daha bölge ülkelerine sonuna kadar desteklediği ülkelerin/rejimlerin arkasında olduğunu göstermiş oldu. ABD’nin çekilmesiyle ise Moskova oluşan ve oluşacak siyasi boşluğu daha da fazla dolduracaktır.
ABD’den farklı olarak Moskova, PYD /YPG’yi de fazla “küstürmedi”. Bunun da birkaç sebebi vardır. Moskova baştan beri Suriye ve bölgede bir Kürt devletinin kurulmasına karşı çıkmakta. Diğer bir deyişle Batı’nın uydusu olacak yeni bir “İsrail”in kuruluşu, Moskova’nın çıkarına değildir. Dolayısıyla Moskova her ne kadar PKK’yı terör listesine dâhil etmemesine, PYD / YPG’ye çeşitli platformlarda destek vermesine ve genel itibarıyla tarih boyunca bölgeye yönelik siyasetinde Kürt kartını kullanmasına rağmen yeni dönemde Kürtlerin hiçbir grubuna (ister terör ister sivil) bir devlet kurma sözü vermemiştir. Bundan dolayı da Moskova’ya olan kızgınlık daha azdır. Kaldı ki bu durumda bile Moskova PYD / YPG’yi kaybetmedi ve kaybetmek de istememektedir. Moskova, bundan sonraki süreçte de silahsız Kürtlerin Suriye’nin yeniden yapılandırılması sürecine katılımlarını sağlamaya gayret edecektir.
Öyle görülüyor ki kaybedenler arasında İran da yer almaktadır. Türkiye’nin hem ABD ile hem de Rusya ile vardığı mutabakat ve Rusya ile Suriye’nin güçlenmesi, İran’ı Suriye’de gölgede bırakmaktadır. Her ne kadar İran gayri resmî olarak Suriye’de hayatın her alanında var olsa da Suriye sorununda sona gelindiğinde ve pazarlıklar yapıldığında sahada elde edilen sonuçlar belirleyici olacaktır. Ayrıca ABD’nin bölgeden çıkması ve bir ihtimal Suriye’de sona doğru gelinmesi, ABD’nin dikkatlerini daha da fazla İran’a yoğunlaştırmasına neden olabilir. Diğer taraftan ABD’nin kendisi de kaybedenler arasındadır. İster bölgeden kısmi isterse tamamen çekilsin ve bunun sebebi de ne olursa olsun ABD, Suriye’de başarısızlığa uğradı ve bölge ülkelerinin gözünde prestij kaybetti. ABD’nin söz konusu başarısızlığını hafifleten unsur ise AB, BM ve diğer ülke ve örgütlerinin de kendilerinden beklenen performansı sergileyememeleridir.
Ankara ile Moskova arasındaki bu mutabakat ve mutabakatın sağlanmasında önemli rol oynayan taraflar arasındaki karşılıklı güven, şüphesiz Türkiye ile Rusya arasındaki ikili işbirliğini de olumlu etkileyecektir. Son iki yılda tekrar artmaya başlayan ticaret hacmi, enerji alanında artan işbirliği, nükleer santralin Ruslar tarafından inşa ediliyor olması ve S-400 alımı, Rus turistlerinin Türkiye’ye akın etmesi, karşılıklı Kültür ve Turizm Yılı dolayısıyla kültürel ve ilmî alanda gerçekleştirilen faaliyetler, hususi pasaportlara vizenin kaldırılması, 2019 yılını Türk-Rus münasebetleri açısından özel kılmaktadır. Bununla birlikte yapılacak daha çok işin olduğunu da söylemek gerekmektedir.
Karşılıklı çıkarlara dayalı Türk-Rus ilişkilerinin gelişmesi, şüphesiz hem iki ülkenin hem de bölge istikrarı açısından büyük önem arz etmektedir. Bununla birlikte Rusya ile işbirliğini geliştirirken Ankara’nın ABD ve AB ile de arasının iyice bozulmamasına gayret etmesi, Batılı müttefiklerine Rusya ile geliştirilen işbirliğinin NATO’daki konumunu etkilemediğini iyi anlatması gerekmektedir.
Soçi Mutabakatı, Türkiye’nin hem Suriye’de hem de bölgede önemli bir oyuncu olduğunu ve Türkiye olmaksızın buradaki sorunların çözülemeyeceğini bir kez daha göstermiş oldu. Mutabakatın maddelerinin hayata geçirilmesi, Türkiye’nin önemini daha da arttıracaktır. Bu bağlamda gerek söz konusu mutabakatın hayata geçirilmesi sürecinde hem de genel olarak Türk-Rus ilişkilerinde provokasyon denemelerinin olabileceği ve buna hazırlıklı olunması gerektiği de bir an olsun unutulmamalıdır.