BELARUS'TA NELER OLUYOR?

Eski Sovyet coğrafyasındaki seçim süreçleri, büyük ölçüde bir birlerinin tekrarı hâline geldi: Özellikle neredeyse 1990’lardan itibaren iktidarın değişmediği cumhuriyetlerde mevcut liderler “seçimleri kazanırken” muhalefet seçim sonuçlarını kabul etmiyor ve ülke çapında protestolar başlıyor. Bunun üzerine Rusya ile Çin yeni “eski” devlet başkanını kutluyor, Batı ülkeleri ise muhalefet liderine ve gösterilere destek veriyor. 9 Ağustos’ta Belarus’ta yapılan seçimler de bu bağlamda bir istisna teşkil etmedi ve alıştığımız senaryo bir kez daha bu günlerde hayata geçmektedir. Belarus Yüksek Seçim Kurulu’nun açıklamalarına göre 1994’ten itibaren devlet başkanlığı yapan ve altıncı kez aday olan Aleksandr Lukaşenko oyların % 80’ini, rakibi Svetlana Tihanovskaya ise oyların % 10’unu aldı. Muhaliflerise seçim sonuçlarının değiştirildiğini ve seçimleri kazananın Tihanovskaya olduğunu ileri sürdü. Belarus gibi “kapalı” ülkelerde gerçekte nelerin olduğu, seçim sonuçları ile ne kadar oynandığı konusunda kesin olarak bir şey söylemek mümkün değil. Ancak seçimlerin eşit şartlarda ve demokratik ortamda yapılmadığı ortada. Nitekim seçim kampanyasının başladığı andan itibaren adayların bir kısmı aday olmaktan vazgeçerken bir kısmının kaydı yapılmadı, hatta tutuklandılar. Tüm bu gelişmelerin neticesinde Lukaşenko’nun karşısında görünürde ciddi bir aday kalmamıştı. Ancak kaydı yapılmayan ve birkaç kez tutuklanan Sergey Tihanovskiy’in eşi Svetlana Tihanovskaya çok kısa sürede halkın sempatisini kazandı ve başkent Minsk’te yaptığı mitingine 63 bin kişi katıldı. Böylece Lukaşenko’nun rahat ve sorunsuz bir şekilde geçirmeyi planladığı seçimler, hayatındaki en problemli seçimler hâline gelmiş oldu. Nitekim seçim sonuçlarının açıklanmasından sonra Belarus’un birçok şehrinde geniş katılımlı gösteriler başladı ve yapılan sert müdahalelerle çok sayıdaki tutuklanmalara rağmen bu gösteriler devam ediyor. Peki Lukaşenko’nun son yıllarda çok övündüğü “eski Sovyet coğrafyasındaki istikrarlı ülke”ye ne oldu? Yaklaşık 10 milyon nüfusa sahip Belarus, gerçekten de eski Sovyet cumhuriyetleri arasında siyasi açıdan en istikrarlı cumhuriyetlerden biriydi. Ülkenin nüfusunun % 85’ini Beyaz Rusların oluşturması, beş komşusundan üçünün AB üyesi olması, diğer cumhuriyetlerden farklı olarak içerisinde ayrılıkçı bölgenin olmaması, nüfusun büyük kısmının aynı din ve aynı mezhepten (Ortodoks) olması, Rusya ile de yakın zamana büyük sorunların yaşanmaması, Belarus’un siyasi istikrarını sağlayan faktörlerdi. 1990 sonrasında Tacikistan ile Kırgızistan’da yaşanan çatışmalar, Ukrayna ile Gürcistan’da gerçekleşen renkli devrimler, Ermenistan ile Azerbaycan arasında meydana gelen savaş, Özbekistan ile Türkmenistan’ın ise “kendi içlerine çekilmeleri” vb gelişmeler ortamında bu husus, Lukaşenko’nun bir taraftan birçok kez yeniden seçilmesini, diğer taraftan ise eski Sovyet coğrafyasındaki sorunlarda arabuluculuğu üstlenmesini dahi sağladı. Ancak olumlu siyasi atmosfere ve AB ile komşu olmasına rağmen Belarus, aynı zamanda birçok konuda hâlâ Sovyetler’i andıran cumhuriyetlerden biridir. Devlet başkanının geniş yetkilere sahip olduğu Belarus’ta parlamento iki kanattan oluşuyor, ancak her iki kanattaki milletvekilleri de büyük oranda herhangi bir partiye mensup olmayıp coğrafî prensibe göre seçiliyorlar. Az sayıyla da olsa parlamentoda temsil edilen partilerin çoğu yine mevcut devlet başkanını destekleyen partiler. Parti sisteminin iyi gelişmemiş, partilerin ise ülkenin siyasi hayatında etkisiz olması, ülkede muhalefet kültürünün gelişmesini engelliyor. Böyle şartlarda bağımsız adayların iktidar karşısında başarılı olmasının şansı yok. Bu husus, basın yayın organları başta olmak üzere diğer alanlardaki özgürlükler için de geçerli. Nüfusun gittikçe gençleştiği Belarus, artık daha özgür bir ülke istiyor. Yine Belarus vatandaşlarının kendi ülkelerini AB üyesi Baltık ülkeleriyle kıyaslama şansına sahip olmasının da (Minsk’ten günde bu ülkelere onlarca otobüs seferi yapılıyor) Belarusluların değişiklik talebinde etkisi büyük. Belarus’un ve dolayısıyla da ülkeyi 26 yıldır yöneten Lukaşenko’nun başarısızlık hanesine yazılabilecek bir başka konu ise ekonomidir. Belarus, tarım ile hayvancılığa ve ithal ettiği Rus enerji kaynaklarının işletilmesine dayalı bir ekonomiye sahip. Lukaşenko’nun ülke içindeki siyaseti dolayısıyla Batı uzun yıllar boyunca Belarus’a yaptırım uyguladı. Bu husus, kendi enerji kaynaklarına sahip olmaya Belarus’u iyice Rusya’ya bağlı hâle getirdi. Ancak Rusya’dan alınan kredi ve yardımlar, gittikçe borçlanan Belarus ekonomisinin kurtarılması için yetmiyor. Tüm bunlar halkın refah seviyesini doğrudan etkiliyor, işsizlik ve enflasyon oranlarının artmasına neden oluyor. Belarus liderinin Covid-19 virüsünün varlığını uzun süre reddetmesi ve devlet bazında tedbirler almayıp halkı virüsle mücadelede baş başa bırakması da halkın Lukaşenko’ya karşı olan tavrında bardağı taşıran son damla oldu. Peki son günlerde yaşanan gelişmeler, Belarus’ta ve komşu devletlerle ilişkilerinde ne tür değişikliklere yol açacak? Protesto gösterileri bir süre daha sürecek olsa da öyle görünüyor ki Lukaşenko görevine devam edecek. Ancak iktidarda eskisine göre güç kaybetmiş bir Lukaşenko’yu göreceğiz. Protestolar, Lukaşenko’nun baskıcı siyasetinin devam edemeyeceğini ve halkın sorunlarını daha fazla görmezlikten gelemeyeceğini gösterdi. Yine buna bağlı olarak yurtiçi ve yurtdışı seyahatlerinde dahi yanından ayırmadığı oğlu Nikolay’ı uzun vadede kendi yerine hazırlama planlarının da büyük darbe aldığı görülüyor. Diğer taraftan son yıllarda Belarus’un “eski günahlarını unutmaya çalışan” Batı, seçim sonrasındaki gelişmelerden rahatsız olup bu ülkeye ve ülke yöneticilerine yeni yaptırımlar konusunu görüşüyor. Bu ise Lukaşenko’yu daha da fazla Rusya’ya yakınlaştıracak. Normal şartlarda bunda ters bir durum görünmezken son yıllarda ve özellikle de seçim sürecinde Lukaşenko, Moskova ile de büyük sorunlar yaşadı. Belarus-Rusya ilişkilerini, aynen Türkiye-Azerbaycan ilişkileri gibi “tek millet iki devlet” deyimiyle nitelendirmek mümkün. Hatta 1990’lı yıllardan itibaren de zaman zaman Moskova ile Minsk, birleşme konusunu gündeme getiriyor, Birlik Devlet projesi üzerinde çalışıyorlar. Ancak bu konuda taraflar pek mesafe kat edemediler. Zira Lukaşenko bu süreci daha çok Rusya’dan yeni kredilerle enerji alanında yeni imtiyazlar koparma aracı olarak görüyor. Moskova şüphesiz tüm bunların farkında. Ancak Belarus, Rusya’nın başta Avrasya Ekonomik İşbirliği Örgütü olmak üzere diğer entegrasyon projelerinde önemli rol oynadığından ve Avrupa ile arasında askerî teknolojilerini de yerleştirdiği bir tampon bölgesi olduğundan Moskova bugüne kadar Lukaşenko’nun bu siyasetine ses çıkarmadı. Son dönemde ve özellikle de seçimler öncesinde ise Moskova ile ilişkiler iyice gerginleştiği gibi Lukaşenko, Batı ile ilişkilerini geliştirmek istediğine dair mesajlar da verdi. Hatta Lukaşenko, herkesi şaşırtarak Moskova’yı seçimlere müdahale etmekle suçladı. Belarus lideri belki de böylece Batı’nın desteğini elde etmeyi, Rusya ile ise ilişkilerini nasılsa her zaman düzeltebileceğini düşündü. Ancak Lukaşenko’nun planları altüst oldu. Seçimleri “kazansa” da tüm bu sürecin kaybedeni oldu. Belarus tüm sorunlarına rağmen gerek coğrafî konumu gerekse de eğitimli nüfusu ile potansiyeli olan bir ülke. Ancak burası, aynı zamanda aynen diğer komşusu Ukrayna gibi Rusya ile Batı arasında bir mücadele alanı. Batı’nın istemediği iktidarlara karşı uyguladığı yaptırımlar, hangi ülkeye olursa olsun sıradan halka zarar vermekten bir işe yaramıyor. Aynı şekilde renkli devrimler ve kim tarafından yapılırsa yapılsın dışarıdan yapılan müdahaleler de bugüne kadar herhangi bir ülkeye istikrar getirmedi. Dolayısıyla Belarus halkı, kendi mücadelesini kendi vermeli, kendi geleceğini kendisi tayin etmeye çalışmalıdır.